Ocak 2018
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri ve Rolü (3)
Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy’un evlerinin önünde katledilişlerinin anısına düzenlenen 25. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinin ilk paneli, Sosyal Demokrasi Derneği’nin düzenlediği  “2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek.  Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri ve Rolü” konu başlığındaki etkinlikte konuşmacı olarak Uğur Mumcu Yıldız, Gazi Ömeroğlu (ADD’ den ODTÜ Tarih bölümü 3. Sınıf öğrencisi), Baturay Göksular (SDD den Bilkent Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 3. Sınıf öğrencisi) katıldılar. Bu başlıklı konuşmacılardan Uğur Mumcu Yıldı ve Gazi Ömeroğlu’nun sunumlarını 1 ve 2 nci bölümlerde vermiştik. Atatürk’ün Türk gençliğine verdiği önemden dolayı bu yılkı etkinliğin ilk konuşmaları gençlerle başlatıldı.
Yine bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal”  olarak belirlendi.  25.01.2018 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeki konuşmaları ne yazık ki çok az sayıda kişi izliyorlardı, öyle ki salonun onda bir bile dolmamıştı. Bunda, faşizan baskı endişesi veya Ankara Valiliğinin OHAL kapsamındaki yasaklamanın (sonra zorlukla serbest bırakıldı) etkisi olduğu söylendi.
Çok az sayıda izleyicinin izlediği bu konuşmaları, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik.  Ancak metin uzun olacağından okuyucuyu sıkmamak için, üç konuşmacının konuşmasını üçe böldük, üç bölüm halinde vermekteyiz.
Bu son bölümün üçüncü konuşmacısı olarak Baturay Göksular (SDD Yön. Kur. Üyesi Bilkent Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 3. sınıf Öğrencisi)  şu konuşmayı yaptı:
“Toplumumuz iyi bir yönde dönüşmüyor”.
“Bu linç kampanyasında (CHP nin yeni seçilen bayan il başkanı için) AKP nin ya da Erdoğan’n yer alması gayet olağan”.
Siyasi partiler değil, sivil toplum kuruluşları bizi kurtaracak”.
“Basit, gayet ilkel bir dikta rejimi var bu ülkede”.
“Ben savaş istemiyorum”, diyemiyorum, çünkü “savaş istemiyorum”, diyenler bu ülkede tutuklanıyorlar”.
“Savaş istememenin bile suç olduğu bir ülkede yaşıyoruz”.
“Bu ülkede geleceği aydınlık kılacak olanlar kadınlar ve gençlerdir”.

“-Bu ülkenin aydınlığı için mücadele etmiş ve katledilmiş aydınlarımızı Uğur Mumcu’yu Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u aslında aydınları katledilen bir ülkede yaşadığımı hatırlayarak Hrant Dink’i, gezide katledilen arkadaşlarımızı anarak başlamak istiyorum. Konuşmamın ayrıntılarına geçmeden önce birkaç başlık altında nelerden bahsedeceğimiz< belirtmek istiyorum.
Öncelikle bu gün burada demokrasi anlayışını derinleştirmek, 2019 a giderken demokrasi anlayışını derinleştirmek üzerine bir konu ile konuşuyoruz ve sivil toplum kuruluşlarının rolü üzerinde konuşuyoruz. Ben bu demokrasi, bu derinleştireceğimiz demokrasi nerdedir, var mıdır, yok mudur ondan biraz bahsedeceğim.
2019 ne kadar önemlidir ve biz neler yapmalıyız ondan bahsedeceğim ve aslında en önemlisi burada yine gençler bulunduğumuz için 2019 a da benim açımdan 2019 a giderken gençler olarak biz ne yapacağız, ondan biraz bahsetmek istiyorum. Ama hepsinden önce biz sanıyorum birçoğumuz 16 yıldır ve özellikle son yıllarda sürekli olarak toplumun değiştiği, dönüştüğü kötü bir yöne doğru dönüştüğü üzerine eleştirilerimizi dile getiriyoruz ve bu eleştirimizi genel olarak bizim gibi düşünmeyenler için kullanıyoruz. Yani bizim gibi düşünmeyenler yüzde elli evlerde tutulan yüzde eli için söylüyorum, haklıyız da.
LİNÇ
Evet, toplum hızla dönüşüyor, ama şunu gözden kaçırıyoruz bence, bizim gibi düşünen insanlar da değişiyor ve dönüşüyor, toplumsal olarak ve bence iyi bir yönde dönüşmüyor. Bunun bir örneğini vermek istiyorum, sanıyorum daha iyi anlaşılır, siyasetin ta kendisi aslında bu dönüşümü bize kanıtladı. Geçtiğimiz günlerde, biliyorsunuz hepimiz hâkimiz konuya, gündem olduğu için.
CHP nin İstanbul il başkanlığı seçimi yapıldı ve bu seçimde iyi ya da kötü destekleyiz veya desteklemeyiz, bir kişi seçildi. Sonra Türkiye’de genellikle olduğu gibi, bir linç kampanyası yapıldı. Bu linç kampanyasında (CHP nin yeni seçilen bayan il başkanı için)  AKP nin ya da Erdoğan’ın yer alması gayet olağan. Bence etkisiz de, çünkü onlar da bunu sürekli yapıyorlar. Ama beni daha çok etkileyen kendisine “ulusalcı” adını veren ve Atatürkçü olduğuna inandığımız insanların CHP li olduğunu söyleyen, bilmiyoruz bunu da, insanların linç girişimiydi. Dediler ki, “bunu buraya kim getirdi?” Aslında “bunu buraya kim getirdi” söylemi, bizim Sosyal Demokrasi Derneği (SDD) olarak her etkinliğimizde, her çalışmamızda, yazdığımız kitaplarda ve söylemlerimizde de öne çıkardığımız “aktif yurttaş, katılımcı demokrasi” gibi kavramların nasıl kendi içimizde bile nasıl yerle bir edildiğini ve uygulanmadığını gördük, bunu gösterdi bize. “Bunu buraya kim getirdi” diyen insanlar aslında gayet toplumun büyük bir çoğunluğunun kabul ettiği şekilde birilerinin bunu seçerek getirdiğini fark etmediler, ya da başkasını seçmek için orada bulunak istemediler. Katılmadılar, bu demokrasinin sadece bir parçası olan sandık eylemine, katılmak istemediler. Sonra da eleştirdiler, söylemde kaldık, eyleme geçmedik, her zamanki gibi.
AKTİF YURTTAŞLIK
Bunu ben açıkçası bizim demokrasi anlayışımızı derinleştirmek ve 2019 a giderken sivil toplum ne yapacak, kısmında konuşurken aktif yurttaşlık dediğimiz kavramın üzerde durmak istiyorum.
Aktif Yurttaşlık nedir, neden aktif yurttaşlar olmalıyız. Aktif yurttaşlar olursak ne yapabiliriz üzerine. Öncelikle 2019 seçimleri sürekli konuşuyoruz, 16 Nisan’ından beri bunu konuşuyoruz. 2019 seçimleri gayet tabi çok önemli. Çünkü benim açımdan bir diktatörlüğün, hâlihazırda var olan diktatörlüğün tescillenmesi hususunda gerçekleştirilecek bir durum. 2019 seçimleri var önümüzde ama bir yandan da şu var ki, 2019 seçimlerine tabi ki hazırlanacağız ama kazanmaya çalışacağız ama bir yerde aslında 2019 seçimlerine o diktatörün hazırladığı kurallarla gideceğiz biz. O kurallarla yarışacağız. Aslında maalesef biz bu mücadelede katılmak bulunmak zorundayız ama bu mücadeleyi ele aldığımızda ufak da olsa biz de bir meşruiyet katacağız. Bu konulan kuralları kabul ettiğimiz çerçevesinde bizim şöyle bir sıkıntımız var, ben benim yaşım geçmiş, yılların seçimlerine ya da seçim süreçlerine denk gelmiş değil, ama en azından 2000 sonrası önümüze gelen her seçimde ve her seçim sonrasında bizim kitleler olarak bir tavrımız var. Biz her seferinde “önümüzdekine bakalım, önümüzdekine bakalım, üç yıl sonrakine bakalım, iki yıl sonrakine bakalım” gibi bir tavırla hareket ediyoruz ve sonra her seferinde hüsrana uğruyoruz çünkü biz hep kısa vadeli düşünüyoruz.
1988 yılında Kuran kurslarının bir yemin törenindeki metin, 1988 yılında birileri bu ülkeyi ve bu ülkenin temel taşlarını yerlerinden oynatmak için yemin ediyorlardı. Biz hala iki yıl üç yıl sonrakine bakıyoruz. Asla uzak geleceğe bakamıyoruz. Biz hayal kuramıyoruz en azından. Hayal kurmuyoruz ki gerçekleştirme ihtimalimiz olsun. Sanıyorum bu paradokstan çıkmamız gerekiyor. Bu kısır döngüden, evet 2019 seçimlerine hazırlanacağız ama bizim 2019 u değil yarını, daha sonraki günü düşünmemiz gerekiyor, buna dönük çalışmamız gerekiyor ve burada en önemli faktör, bence bu panel de buna uygun bir panel olu.
Gençler, neden gençler? Biliyorsunuz şöyle bir söylem var, bizim yaş grubumuz değil ama genel olarak bizden daha büyük yaş gruplarının genellikle bizleri bir yerde övmek ve cesaretlendirmek için kullandığı bir cümle vardır, “gençler bizim geleceğimiz”. Ben şahsen bu sözü tümden ret ediyorum, evet gelecek bizim ama bu gün de biziz. O gelecek için bir şeyler yapmamız gerekiyor, bizim. O açıdan sivil toplum kuruluşlarında, gençlerin yer aldığı sivil toplum kuruluşlarına çok büyük bir görev düşüyor, diye düşünüyorum. Çünkü ben ve arkadaşım Uğur Mumcu’nun söylediği gibi, siyasi partiler değil, sivil toplum kuruluşları bizi kurtaracak”.  Bizi kurtaracak olan sivil toplumda mücadele eden aktif yurttaşlar demokrasi dediğimiz, aslında hepimizin kafasında farklı olan o kavram ama katılım göstermeye çalışan, bunun için mücadele eden insanlar aslında bize kazandıracak diye düşünüyorum. Kesinlikle siyasi partilerin her hangi birinin hiçbir fark etmeksizin bizim gibi düşünen ya da düşünmeyen bu konuda etkisinin çok sınırlı olduğunu düşünüyorum. Az önce bahsettiğim perspektiften çıkmıyorlar ve çıkamayacaklar, bence. Her zaman kısa vadeli her zaman fayda esaslı hareket ettikleri için.
Savaş istememenin bile suç olduğu bir ülkede yaşıyoruz
Demokrasiyi derinleştireceğiz dedim, demokrasi var mı, aslında en önemli soru, şu anda bu ülkede. Demokrasi şu anda birçoğunuzun kabul edeceği gibi yok aslında. Basit, gayet ilkel bir dikta rejimi var bu ülkede ve aslında her şeye demokrasi hali meydanlara isim koyarak demokrasi yanlısı olduğumuzu söyleme hali hakim. Bunu tabi, gerçek demokrasiyi anlayarak ve bunu kendi hayatlarımızda ve belki kendi sivil toplum kuruluşlarımızda, siyasi partilerimizde uygulamaya koyarak anlayışı gerçekleştirebileceğinizi düşünüyorum. Demokrasi kesinlikle şu anda Türkiye’de uygulandığı gibi, çoğunlukçu, çoğunluğun her istediğinin gerçekleştiği ve azınlıkların bu çoğunluk sultası altında ezildiği gibi bir düşünce değil. Katılımcı demokrasi dediğimiz orada devreye giriyor, diye düşünüyorum.
Şimdi, sanıyorum hiç birimiz burada her hangi birimiz, bu ülkede yaşayan hiç kimsenin olduğunu düşünüyorum ama yine romantik bir anlayış olur. Savaş istediğini düşünmüyorum, ama demokrasinin bu ülkede olmadığını şu an şöyle kanıtlayabiliriz. Ben bu mikrofonun arkasından savaş istemiyorum”, diyemiyorum, çünkü savaş istemiyorum, diyenler bu ülkede tutuklanıyorlar, bir haftadır. Savaş istememenin  bile suç olduğu bir ülke aslında burası. Her zaman barış istemeliyiz, diye düşünüyorum. Çünkü her zaman barış özgürlüğü getirecek bize. Kesinlikle birilerinin dizayn ettiği savaşlarda yer almak ve bu ülkenin evlatlarının hayatını kaybetmesinin hiç kimsenin savunma ihtimali olamaz tabi. Barışı istemek birilerinin ölmesini istememek çok hayalperestlik oluyor diye düşünüyorum.
Onun dışında yine burada bulunmamız sebebiyle Uğur Mumcu’ya Muammer Aksoy’a dönmek istiyorum. Bizim bu aydınlarımız, mücadelenin neferleri diye adlandırdığımız katledilen düşünce önderlerimiz katledildiler ve şu oldu, biz kitleler olarak, belki farklı düşünen kitleler olarak bu düşünce insanlarının katledilmesi sonucunda garip şahsiyetlerin ve garip perspektiflerin akımların içinde kaybolduk. Biz aslında 90 larda 80 lerde Uğur Mumcu’nun kitaplarını, Aziz Nesin’i, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok’u takip eden ve onların düşüncelerini yükseltmeye çalışan insanlar, bu gün isim vermek istemediğim bazı gazetelerdeki entra basan üç nokta yapan insanları takip ediyorlar. Biz düşünce sistemimizi kaybettik aslında bir yerde. Onu geri kazanmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Temeli sarsıldı bizim düşünce sistemimizin, ama biraz şey oldu, konuşmamın geneli. Umutsuz durdu gibi durdu diye düşünüyorum, kesinlikle değil. En azından böyle bulunan ya da bu salonda bulunan, ya da dışarıda bulunan gençlerin bu umutsuzluğu dağıtacağını düşünüyorum ben. Bir de ufak, kendimi de katarak, bir ufak eleştirim olacak. Biz sanıyorum çok fazla yol kat etmemiz gerekiyor hala. Bakıyorum, bu kesinlikle bir politik doğruculuk üzerinden değil ama hani bunu düşünmeden böyle olması gerektiğini fark etmemişiz ve burada bu salonda masanın arkasında dört tane erkek oturuyoruz. Bence bu gerçekten hepimiz için, hem derneklerimiz için, kadınların çokça yer aldığı derneklerimiz için manzaranın güzel olmadığını düşünüyorum ben. Aslında kendim de bir erkeğim ama kendimi gençler arasından kontenjana alacağım. Bu ülkede geleceği aydınlık kılacak olanlar bence mücadelesini gösteriyorlar. Gençler ve kadınlar. En açık şekilde mücadelesini gösterenler bunlar diye düşünüyorum”.
Bu bölümün sonu.
Gelecek yazımızda, Pir Sultan 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nca düzenlenen,  aynı günde vakıf salonunda ve Vakıf Başkanı Murtaza Demir’in konuşmacı olarak katıldığı “Atatürk’ün Hacı Bektaş’a Ziyaret’i, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması” konusunun yazısını sunacağım.

Cevat Kulaksız  

Cevat Kulaksız

2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü (2)
“Türkiye’nin sokaklarını, Türkiye’nin köylerini ışıklandırmak, Türkiye’nin kahvehanelerini, Türkiye’nin kıraathanelerine çevirmek zorundayız”.
“Yurttaşlık Bilinci Temelinde Birbirimize Kenetlenmek Zorundayız”.
“Demokrasi, haklar ve özgürlükler rejimi olduğu kadar sorumluluklar ve görevler rejimidir”.
Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy’un evlerinin önünde katledilişlerinin anısına düzenlenen 25. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinin ilk paneli, Sosyal Demokrasi Derneği’nin düzenlediği  “2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek  Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü” konu başlığındaki etkinlikte konuşmacı olarak Uğur Mumcu Yıldız, Gazi Ömeroğlu (ADD’ den ODTÜ Tarih bölümü 3. Sınıf öğrencisi), Baturay Göksular (SDD den Bilkent Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 3. Sınıf öğrencisi)katıldılar. Bu başlıklı konuşmacısı Kamu yönetimi ve siyaset bilimi ikinci sınıf öğrencisi Uğur Mumcu Yıldız’ın sunumunu birinci bölümde sunmuştuk. Atatürk’ün Türk gençliğine verdiği önemden dolayı bu yılkı etkinliğin ilk konuşmaları gençlerle başlatıldı.
Bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal”  olarak belirlendi.  25.01.2018 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeki konuşmaları ne yazık ki çok az sayıda kişi izliyorlardı, öyle ki salonun onda bir bile dolmamıştı. Bunda Ankara Valiliğinin OHAL kapsamındaki yasaklamanın (sonra zorlukla serbest bırakıldı) etkisi olduğu söylendi.
Çok az sayıda izleyicinin izlediği bu konuşmaları, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik.  Ancak metin uzun olacağı için, üç konuşmacının konuşmasını üçe böldük, üç bölüm halinde vereceğiz.
İkinci konuşmacı olarak Gazi Ömeroğlu (ADD Yön. Kur Üyesi) da şu konuşmayı yaptı:
“-Güldal Mumcu 1994 tarihinde Uğur Mumcu’yu anma törenleri yapılırken, katledildiği yere gelenlere aynen şu şekilde seslenmişti: “İsyanınızla geldiniz, direncinizle geldiniz, sorularınızla geldiniz, vatandaş olmanın bilinciyle geldiniz” demişti. Yıllar önce böyle hitabetmişti, Uğur Mumcu’yu anma gününe gelenlere. Buradaki kitlenin oradaki kitleden çok farklı nedenlerle geldiğini düşünmüyorum.
Öncelikle yüreğinin ötesinde terör koridorunu önlemek için mücadele eden kahraman Mehmetçiklerimizle attığını belirtmek istiyorum. İktidarın yanlış Suriye politikasının bir sonucu olarak Mehmetçiğimiz başka bir cephede, yeni bir cephede daha savaşmak zorunda bırakılmıştır. Bu süreçte maalesef acı kayıplarımız da oldu. Şehitlerimize rahmet diliyorum ışıklar içinde uyusunlar. Adalet ve Demokrasi Haftasının içindeyiz. Bizim için son derece değerli bir o kadar da önemli anlaşılması sorgulanması gereken bir sürecin içindeyiz, bir haftanın içindeyiz. Bizi susturmaya çalışanlar elbette ki var, bizi parlatmaya çalışanlar elbette ki var. Fakat bunlar boşa kürek çekmekten öteye giden şeyler değil, çünkü Türk Gençliğinin ağzından dilinden “Sakıncalı Piyade”nin sakıncalı sözlerini duymaya devam edecekler; Türk gençliğinin dilinden kalpaksız Kuvaayimilliyenin ideallerini duymaya devam edecekler ve kalpaksız Kuvayimilliyecinin, kalpaksız Kuvayimilliyecilerin ideallerinin Türk Gençliği tarafından yarınlara taşındığını da görmeye devam edecekler. Çünkü her zaman olduğu gibi, bize yakıştığı gibi umut ve cesaret doluyuz.
Şimdi benim yaşım takdir edersiniz ki Uğur Mumcu’nun bedenen aramızdan alındığı döneme yetişmiyor, 1995 doğumluyum. Fakat benim hiç unutamadığım bir anım var, onu özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben ilkokula yeni başlamıştım zannedersem 2002 ya da 2003 yılları olması gerekiyor o zaman, ben okuma yazmayı da geç söken öğrencilerden biriyim. TV da bir yazı gördüm, TRT açık, daha o zaman hükümetin değil, devletin TV nu olan bir TRTT var. 2002 2003 yıllarında evde de rahmetli babaannem ve annem var. Ekrana bakıyorlar, ikisinin de gözlerinden yaşlar akıyor, ben onlara baktım, sonra TV ekranına baktım, tekrar TV ekranına baktım, “Uğur Mumcu anılıyor”, yazıyor TRT ekranlarında. Daha sonra babaanneme döndüm, o da gözyaşlarını silmeye çalışırken, bana cevap verdi, “Uğur Mumcu kim”, dedim, cevabı tek sözcükten oluşuyordu, bana döndü “kahramandı” dedi. Gerçekten hayatımın unutamadığım anılardan biri. Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı devrim şehitlerimiz, onları büyük bir engel gördüler, biz kabul ediyoruz, bunlar büyük engeldi, bir taştı, kimlerin önünde bir taştı? Onlar vatanını ve halkını satma gayreti içinde olanların önünde çok büyük bir engeldi.
Bu katliamları konuşurken o dönemin soysa, siyasal koşullarını göz önünde bulundurmalıyız. Hemen ardından da onları aramızdan aldıktan sonra, onları bedenen aramızdan aldıktan sonra Türkiye hangi sosyal koşullarla olaylarla karşı karşıya kalmak zorunda kaldı. Onları da göz ön üne Alma zorunluluğumuzu doğuyor çünkü tarihsel süreçlerde dönemin koşullarını göz önünde bulundurmak en önde gelen mecburiyetlerden biridir. O döneme bakalım, faili meçhul cinayetler, katliamlar, infazlar Gazeteci Yazar Faruk Bildiricinin deyimiyle “sarışın maskeli leydinin topukları altında ezilen bir Türkiye manzarası. 5 Nisan ekonomik kararları çok önemlidir. Çiftinin, emekçinin, memurun üzerinden kamyonla, traktörle geçen kararlar, siyasal İslam’ın yükselişi, laikliğin başbakanlık merdivenlerinde ayaklar altına alınması ve bir özgürlük realitesiyle karşı karşıya kaldık. O özgürlük realitesi ne idi, türbana hapsedilmeye çalışılan bir özgürlük realitesi çıktı karşımıza. Aziz Nesin’in laiklik dincilik ve Atatürkçülük kitabında şöyle önemli bir alıntı var, bu alıntı Kemalist Türkiye adlı derginin 1988 tarihli 240 sayıdan alınmış, Kuran Kursları yemini, diyorlar ki:
Ben Muhammet Müslüman ümmetindenim, Türkiye dinsiz laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal Dinsizliği ile savaşacağıma adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getireceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime,  kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için devlet idaresinde söz sahibi olacak mevkilere gelmek için çalışacağıma dinim Allahım ve bütün mukaddesatım üzerin yemin ederim, yemin ve kasem ederim”. Diyorlar, Dr Niyazi Köymen de Dinsel Bunalım La Gerçek Hak Yoluna adlı kitabında buna yer vermiş, tarih 1988. Uğur Mumcu’yu, Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u aramızdan alan bu zihniyetin katliamlarından birkaç yıl önce aslında kendilerini açıkça ifade ettiklerinin belgesi. O yüzden o dönemin sosyal ve siyasal koşullarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Tabi 1990 lara Özal’lı yıllardan sonra geldi, hızlarını alamadılar, birileri çıktı, bunlara da not olarak görüldü. Onlar da dediler ki, Özal’a sekiz yıl verdiniz, bana iki yıl verin” ne kastediyorlardı. Bana sorarsanız, “Özal’a sekiz yıl verdiniz, sekiz yıl da Türkiye’yi bir nebze dönüştürdü. Ben iki katı dönüştürürüm, ben iki katı vatanı, emekçiyi, toplumu peşkeş çekerim” demeye çalıştılar herhalde. Şimdi bunun daha iyi farkına varıyoruz.
Diğer taraftan etkinliğimizin başlığı “Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek” Demokrasi de tarihsel süreç içinde bir gelişme gösterdi. Avrupa’daki devrimler çağı. Sanayi devrimi, yurttaşlık haklarının ön plana çıkarılması bunların hepsi bu demokrasinin kavramsal olarak ve eylemsel olarak gelişmesindeki belirleyici faktörler oldu. TC başka bir gezegende varlığını devam ettirmiyor, ya da tarihsel birikime baktığımızda bu topraklarda öncülümüz olarak görebileceğimiz devletler başka bir gezende kurulmadı. Bu coğrafyadaki evrimci hareketler demokrasi hareketler ve demokrasi süreçleri aynı zamanda kazanımları da dünyada yaşanan olaylardan bağımsız düşünemezdi. Biz zaten bunu nasıl bağımsız düşünebiliriz ki, halı hazırda hepimizin bildiği gibi TC nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk cephede Volataire okuyan Jean Jack Rousseau okuyan bir devlet adamıdır, bir komutandı. Ama gelin görün ki, bize ilkokulda, ortaokulda, lisede tarih kitaplarında M. Kemal’in doğduğu evi büyük görsellerle, doğduğu tarihi büyük puntolarla gösterdiler. Ama M. Kemal’in cephede Rousseau okuduğunu, Voltaire okuduğunu, toplum sözleşmesini okuduğunu bunları çok anlatmadılar. İşte onları kim anlattı, onları da Uğur Mumcu gibi ancak bedenen aramızdan almayı başardıkları Türkiye’nin yetişmiş aydınları yapıyordu, o görev onlarındı.
2019 deyince 2019 un yanına soru işaretleri koymamız gerekiyor bence. Üç tane soru işareti var, toplum tarafından sıkça konuşulan. Bunlardan birincisi ne yapmak istiyoruz. İkincisi doğrudan bununla bağlantılı olarak amacımız ne? Evet, burada hepimiz mutabıkız ondan eminim, biz hak ettiği ilerici bir noktaya taşımak istiyoruz. Sizler büyüklerim daha yakından şahitsiniz, Türkiye bir dönem bölgesinin tek taş pırlantasıydı, tep taş pırlantası. Şimdi bu coğrafyada da öyle çok basitleştirerek ya da indirgeyerek bakmamamız gerekiyor. Önemli atılımlar yaşandı, Türkiye dışında da, Suriye’de yaşanmıştı, Mısır’da yaşanmıştı. Daha ileriye gidelim Kuzey Afrika’da yaşanmıştı. 1950 lere 60 lara gelene kadar bu coğrafyada birtakım devrimsel atılımlara tanıklık etti. Fakat Mustafa Kemal’i onun devrimci önderliğini, onlardan ayıran Mısır’daki, Suriye’deki ya da İran’daki Musaddık’ı hatırlarsınız, Afganistan’daki bu devrimci atılımlardan ayıran çok belirleyici bir nokta vardı. O laiklik, laiklik Mustafa Kemal’in önderliğine depotizme ve salt otoriteye dayanmaması.
Diğer coğrafyalarda, az önce sözünü ettiğim, devrim despotizme ve salt otoriteye dayandı. Mustafa Kemal bunu yapmadı, Mustafa Kemal devrimci önderliğini halkla birlikte inşa etti. İşgal altındaki bir toprakta size birden fazla sıfat sağlayacak, otorite sağlayacak, güç sağlayacak bir askeri üniformayı üzerinizden çıkarmak öyle çok kolay bir iş değildir. Mustafa Kemal bunu yaptı. O yüzden bunca aşındırmaya, bunca zedelenmeye rağmen onun kurduğu Cumhuriyet hala ayakta, az önce adını söylediğim ülkeler maalesef kan revan içinde, diğer taraftan bizi de etkilemekte. Farka dikkat çekmekte yarar var.
Peki, bizim amacımız ne? Kitaplar insanları ışıklandırır. Hep söylerim, buna benzer ortamlarda da söylerim, bizim gençlik olarak en önemli görevimiz okumak. Okumak ve yanı sıra sorgulamak, en çok okumak en çok sorgulamak da Atatürk’ün izinden gittiğini de erenlere yaraşır zaten, bundan ötesi de olamaz diye düşünüyorum. İşte biz de okuduklarımızdan, gördüklerimizden, sorguladıklarımızdan bildiklerimizden çıkardığımız sonuçlarla Türkiye’nin sokaklarını, Türkiye’nin köylerini ışıklandırmak, Türkiye’nin kahvehanelerini, Türkiye’nin kıraathanelerine çevirmek zorundayız. Bizim hayatın gerçekliği içerisindeki amacımız bu aslında.
Bir üçüncü soru daha soruluyor. Bu tür konular buna benzer ortamlarda tartışıldığında, deniliyor ki, “tamam güzel iyi anlatıyorsunuz, peki başaracak mısınız?  Orada çok fazla düşünmeye gerek yok. Aslında geç de olsa onun yolundan gidenlerin kaydettiği bu coğrafyada hiçbir zaman görülmemiştir, yine görülmeyecektir. Bunun bilincinde mücadeleye koşulması gerekiyor. Çünkü biz ne yaşarsak yaşayalım, şu ana kadar Türkiye’nin içinden geçtiği süreç ne kadar sancılı, ne kadar zor olursa olsun biz Kurtuluş Savaşındaki dönemden daha zor şartlar altında olamayız. Bunun bilincinde de olmamız lazım. Bu mücadele topyekûn verilecektir, elbette hayır bunu söylemiş olmakla yalan söylemiş olurum. Devrimci mücadeleler, ilerici mücadeleler hiç coğrafya hiçbir zaman topyekûn verilmemişti. Bu günün Türkiye’sinde devrimci ilerici bir mücadeleye baş koyduğunuzda 80 milyon yanınız da ifadesi romantik bir ifadeden öteye geçmeyecektir. Kurtuluş Savaşında da aynısı oldu.
Sakarya Savaşı’nda, hemen Kütahya Eskişehir bozgunundan sonraya denk gelmiştir, bu ifadeyi bilerek kullanıyorum affınıza sığınarak bozgun ifadesini, ders almak gerekiyor. Ben tarih de okuduğum için özellikle bu vurguyu yapma ihtiyacı hissettim, içinden geçtiğimiz süreç doğrultusunda, biz ders alma konusunda çok sıkıntı yaşıyoruz. Bizim Milli Mücadele tarihimiz olmak üzere ders kitaplarımızda kazandığımız savaşlar “zafer” diye yazar. Ama kaybettiğimiz savaşları Kütahya Savaşı bunlardan birisi. Savaş diye yazar ve ders almamız istenmez. Bu ayıp da değildir, yanlış da değildir, “bozgun” demek gerekir ki, daha fazla ders alalım ve dönemin şartlarını daha iyi tahlil edebilelim.
O bozgundan sonra ordunun yüzde 25-30 luk bir kısmı kaçmıştır. Öyle topyekûn bir mücadele değildi. Çünkü Kurtuluş Savaşı sadece bir vatan kurtarma, bir bağımsızlık mücadelesi değil, aynı zamanda ilerici bir mücadeleydi. Neden ilerici bir mücadele, işte o mücadelenin en büyük kazanımı Meclisti. Dünyada başka örneği yok. Meclis kuruldu, Kurtuluş Savaşını Meclis verdi. Hesaplaşmaları gereken en önemli kurum ne Anayasa Mahkemesi, ne Yüksek Seçim Kurulu, ne YÖK, ne üniversiteler, hesaplaşmaları gereken en önemli kurum Meclisti. O yüzden biz bu “ucube” sistemle karşı karşıya kaldık. Çünkü onlar da farkındaydı. O Meclis salt bağımsızlık bir vatan mücadelesini temsil etmiyordu, o Meclis hayır Mustafa Kemal’in ilerici atılımlarından biriydi. Ve yapraklar 1920 yi gösteriyordu. O dönemin koşullarını da göz önüne aldığımızda, bu çok önemli bir kazanımdı. O yüzden bir tesadüf değildir. O Meclisi sadece şu an gördüğümüz üzere bir binadan ibaret bıraktılar. Ne sorgulayan ne soruşturan yapıldı kaldı. Onlar da stratejik ve taktiksel hamleler yapıyor. Bunların da bilincinde olalım.
Bu bölümde sözün özü biz birbirimize güvenelim. Türk Gençliği Atatürk Gençliği bu özgüvene sahip olduğunu haykırarak söylemek zorundadır. Haykırarak söylemek zorunda ve devrimci mücadeleler yaşla, cinsiyetle, etnisiteyle hiçbir şekilde kategorize edilemez, orada tek kategori vardır, yurttaşlık bilinci. YURTTAŞLIK BİLİNCİ TEMELİNDE BİRBİRİMİZE KENETLENMEK ZORUNDAYIZ.
Bu suretçe demokratik kitle örgütlerine, demokratik sivil toplum kuruluşlarının çok önemli işler düşüyor. Aslında Türkiye’de demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının mücadelesi çok anlamlı ve değerli de bir mücadeledir. Bakın en son 16 Nisan Halk oylaması sürecinde şunu gördük. Nerede sivil toplum kuruluşları, kitle toplum örgütleri, kuruluşları bir adım öndeyse, orada çok önemli kazanımlar aldık. Çok önemli sonuçlar elde ettik. Bazı siyasi partiler de işbirliği toplantıları düzenleyip bu niyetlerinin açıkça ortaya koymuşlardı. Bu halk oylaması sürecinde kitle örgütlerini, ssk larını bir adım ön plana çıkaracaklarını kendilerini bir adım arkada duracaklarını söylemişlerdi ve özellikle iktidar partisinin tulum çıkardığı ya da çok ağırlıkta olduğu Ankara’nın Keçiören’i, Pursaklar’ı, Sincan’ı derseniz Türkiye’nin başka coğrafyalarında başka illerinde SSK lar DS ler ön planda olduğu oralarda çok önemli sonuçlar alındı. Şimdi biz sayısal verileri göz önüne alarak halk oylaması gecesi yılgınlığa düşmeyi böyle bir hak olarak göremeyiz, böyle bir hakkımız da yok, açıkçası. Böyle bir hakkımız yok, çünkü görevimiz çok anlamlı ve çok büyük. Çok önemli kazanımlar elde ettik. Benim akrabalarım da oturduğu için biliyorum. Bir Keçiören, Keçiören’de neredeyse “hayır”     çıkacaktı. Sayısal anlamında da, bakın bu önemli bir Sincan da öyle hiç kendimizi küçümsemeyelim. Türkiye’yi taşıyan üç büyük şehir Ankara İstanbul e İzmir yapılan çalışmalara, araştırmalara göre Türkiye ekonomisinin eğitiminin, güvenliğinin, geçiminin yüzde 60 nı 65 ini elinde tutan şehirler “hayır” dedi.  Bir cümleyle bunu başka şekilde ifade edelim. Türkiye’yi Türkiye yapanlar, Türkiye’nin üretenleri, Türkiye’nin kazananları ve kazandıranları “hayır” dedi. Şimdi bu çok ciddi ve kesin bir fotoğraf olarak karşımızda. Biz buna rağmen şunu söyleyebilir miyiz, “öldük, bittik, tükendik, yıkıldık vaz geçiyoruz”, diyemeyiz. Diyemeyiz, bize dedirtmiyor zaten bu şartlar bunu, dedirtmiyor. Şimdi Türkiye sancılı süreçlerden geçiyor, diyoruz. Evet, bunu ben doğum sancısındaki yüke benzetiyorum, Türkiye’nin bu sancısını. Sonra bebekler dünyaya gelir gülüşleriyle, o açılmayan yumuk yumuk gözleri dünyayı aydınlatır ve ışık saçar Türkiye’nin içinden geçtiği sancılı süreç buna benziyor. Sonunda elbette ki ışıklı bir yol var. Zaten tünelin ucu göründü. O zaman bizim amacımız, sokaklarımızı, çevremizi ışıklandırmak diyelim.
Uğur Mumcuların katledildiği yıllarda yen bir siyasi jargon türetildi, “yenidünya düzeni” dediler bunun adına. Dediler ki, “mücadele yurttaşlık bilinciyle yürütülmesin, ekonomik programlar, politikalar üretilirken yurttaşları göz önüne almayalım. Bölgeselcilik yapıp etnik aidiyetleri ön plana çıkaralım, sınıf farklılıklarını ön plana çıkaralım.” Tabi bundan kastettiğim sınıf farklılığı Marx ın, Engelsin sınıf mücadelesiyle yakından uzaktan alakası olmayan bir sınıf farklılığı mücadelesi, buradaki şuydu, “memleketin yüzde biri, yüzde 99 unun hakkını yesin”, onlar bize kibarca ifade ediyorlardı, bunu. Bu yenidünya düzeninde bir kılıf bulmak gerekiyordu. O kılıfın adına, çok acıdır, “demokrasi” dediler. 91 yılında NATO uçakları Yugoslavya’yı, Bosna’yı bombaladı, dediler ki, “biz oraya demokrasi atıyoruz, demokrasi gönderiyoruz”. O bombalar demokrasiydi (ünlem). Körfez savaşı başladı. 1. Körfez Savaşı Irak’ı bombaladılar, “demokrasi attıklarını” söylediler. 2002 Irak’ın işgali. Afganistan’a gittiler, demokrasi getirdik, dediler. Onların getirdiği demokrasiyi görüyoruz, Afganistan da hükümet yok, otorite yok, herhangi bir düzen yok, hak getire
Peki, bu yeni dünya düzencilerin Afganistan’da ortadan kaldırdığı kimdi, evet eksiklikleri vardı ama ilerici, despot olmasına rağmen ilerici adımları atmayı bilen bir kadro vardı, Afganistan’da. Batılı güçler onları Sovyet güçleri olarak tanımlıyordu ama onlar ne yapıyordu? Afganistan için büyük bir kazanım. Kız çocuklarını okula gönderebilen bir iktidar vardı, bir anlayış vardı. Ama bu beyefendiler attıkları bombalarla sadece o kız çocuklarının okullarını yıkmadılar, evlerini de yıktılar, kitaplarını da yaktılar. Şimdi o coğrafyalarda, Afganistan’a benzer coğrafyalarda ellerde zorla tutuşturulan ne kitap görürsünüz, onu da hepiniz biliyorsunuz zaten. Savaşlarla katliamlarla dizayn etmeye çalıştılar. Türkiye’de de aynı süreç yaşandı.
O dönemde Uğur Mumcu’nun tahlillerine bakmak çok önem arz ediyor. Uğur Mumcu bunu görmüştü. Alman aydınlar, tavsiye ederim, o da bedel ödeyen aydınların birisi Yurgen El Saffer “Ulus Devletin Yıkımı ve Sol Tavır” adlı kitabında Uğur Mumcu’yu da referans olarak gösteriyor. Aydın tavrı üzerinde tahlillerde bulunurken, o yenidünya düzencilerin programlarına yapıştırdıkları, büründükleri bu demokrasi kılıfı bir zehre dönüştü, coğrafyalara acı getirdi, bu şekilde kutuplaşmalar yarattı köyler kan gölüne döndü, mezhepçilik etnik kimlik üzerinden siyaset ve sonuç ortada. Türkiye’nin de geldiği nokta ortada.
Şimdi El Safferin kitabında yazanlar bu gün Türkiye’de de uygulanmaya çalışılıyor. Memleketin en büyük sorunu bu gün ekmek ve aş sorunu, ekmek ve aş sorunu. Yıllar sonra ilk defa Türkiye’de halka “en büyük sorununuz nedir” dediğinde, şu içinden geçtiğimiz sürece rağmen, terör ya da güvenlik değil, “ekonomi” dedi. Çok önemli. Madem 2019 a giderken bir beklentiyi derinleştirmek üzere konuşuyoruz, o beklentinin adı demokrasi. İlk önce demokrasiyi kendimizin cehaleti olarak, hem de bir kavram olarak somutlaştırıp göz önüne almamız gerekiyor. Hangi demokrasi diye sormamız gerekiyor. Bu hangileri Atilla İlhan çok sordu. Hangili sorulardan kaçmamız gerekiyor. Hangi demokrasiyi derinleştireceğiz. Hangi demokrasiyi derinleştirmeden sonra, hangi beklentiyi derinleştireceğiz, bu da çok önemli. Ne için mücadele ettiğimizi, ne için mücadele edeceğimizi kesinleştirmek çok önemli. O yüzden bir işe başlamak o işin yarıdır, diyorlar. Benim kanaatimce yarsından da fazladır bu, bir laftan ibaret değil bu çok önemli. Altı kalın puntolarla çizilmesi gereken önemde.
Demokrasinin tarihsel süreçteki gelişimi iki olguyla paralellik gösterdi. Bu iki olgu, birisi modernite, buna çağdaşlık ta diyebilirsiniz; diğeri kapitalist. Türkiye’de de bu süreçte gelişti. Rahmetli Bülent Ecevit Demokratik Sol kitabında demokrasiyi şu şekilde tanımlıyor: “Demokrasi, haklar ve özgürlükler rejimi olduğu kadar sorumluluklar ve görevler rejimidir. Aslında Bülent Ecevit burada SSK lalar ve dse lere dıştan görevi de tarif ediyor. Sorumluluklar ve görevler rejimi. Kadar’a kadar özgürlükler rejimi, bunu zaten anayasalarda yazar, yasalarda yazar. Ama esas olan uygulama. İşte bu kazanımları uygulamaya dönüştürecek olan Sivil toplum örgütlerinin, kitle örgütlerinin kendisi zaten. Orada Cümlenin ikinci kısmı devreye giriyor. Sorumluluklar ve görevler rejimi, sorumluluk ve görev bizim ve diyor ki rahmetli Ecevit, “demokraside rejimin ve devletin esenliği akımından kimse ve hiçbir parti kendisini başkalarından daha az veya daha çok sorumlu göremez, iktidarda veya belirli mevkilerde görevli sorumluluklar mutedil değişebilir ama ölçüsü herkes için birdir”. Bu çok önemli, biz bu konuda önemli bir birikime de sahibiz. Devrimcilik ilericilik adımlar konusunda
Biz artık Türkiye coğrafyasına bu ülkenin yetişmiş aydınlarını hiç yabana atmayalım.
27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Demokrat Parti yönetiminin kanun dışı eylemlerine son verdiği gün ve ardından 1961 Anayasası, halkoyuyla kabul edilen anayasa şu ifade çok önemli yolumuzu çizmesi açısından. Der ki, tarihi boyunca hür yaşamış hak ve hürriyetleri için savaşmış olan anayasa ve hukuk dışı davranışlarıyla meşruluğunu yitirmiş, kaybetmiş bir iktidara direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk milleti”, başkanlık kısmında yazıyor. Meşru müdafaa hakkı vardır ve saklıdır. Dünyanın bütün hakları için geçerlidir ve açıkça şunu ifade etmek durumundayım ki, savunmada olduğumuz günlerden çok çok gerideyiz, taarruzdayız, tam taarruzda olmamız gerekiyor. Bu sürecin anlamını ve önemini yitirmememize yer vermememiz gerekiyor. 16 Nisan sürecinde biz çok önemli kazanımlar, çok önemli birliktelikler elde ettik. Belki yıllardır bir araya gelmediğimiz insanlarla bir araya geldik. Bunlarla konuşabilmeyi öğrendik. Özeleştiri mekanizmamızı da çalıştırmamız gerekiyor. Giyiminden kuşamından, tavrından eleştirdiğimiz insanlara özeleştiriyi öğrettik, diyelim. Onlar bize kazanım olarak döndü. Ben demokrasiyi sandıktan ibaret diyenlerden değilim, başka olgulardır. Zaten belirtildi, bu tür kazanımlar pek öyle sandıkta ortaya çıkmaz. Biz buraya kilitlersek kendimizi, sandıktan ibaret olduğuna kilitlersek beyefendiler çıkar karşımıza, “biz de sandıkla geldik” derler.
Dünyada yaşananlar bize şunu da gösterdi, sandıkla gelen despotların öyle kolay kolay sandıkla gittiği görülmedi. O yüzden bu sancılı sürecin sonunda belki bir gece, belki tan ağarırken bizim sokaklarımız aydınlanacak, sokaklarımızda gürültüler duyacağız, o gürültüler özgürlüğün, adaletin, yurttaşlık haklarının gürültüleri olacak. Öyle çok rahatsız edici gürültüler olmayacak.
Son olarak şu anekdotla bitireceğim, bir yerli film, bir çift evdeler ama deyim yerindeyse sabahtan bir gürültü, patırtı. Soruyor eşine beyefendi,”dışarıda ne oluyor yine”. Hanımefendi de cevaplıyor, “ne olacak bey öğrenciler hükümete destek eylemi yapıyor”. O günlerin de yakın olduğunu düşünüyorum,

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız

2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü (1)
Türkiye’de Demokrasi Sadece Bir Tabela Olarak Kullanılıyor

Bu Düzeni Değiştirecek Olan Şey Partiler Değildir, Halktır.
Bizim Görevimiz, Kazanılsa Da, Kaybedilse De, Haksızlıklara Baş Kaldırmak,Tepki Koymaktır.
Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy’un evlerinin önünde katledilişlerinin anısına düzenlenen 25. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinin ilk paneli, Sosyal Demokrasi Derneği’nin düzenlediği  “2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü” konu başlığındaki etkinlikte konuşmacı olarak Uğur Mumcu Yıldız, Gazi Ömeroğlu (ADD’ den ODTÜ Tarih bölümü 3. Sınıf öğrencisi), Baturay Göksular (SDD den Bilkent Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 3. Sınıf öğrencisi)katıldılar.
(Bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal”  olarak belirlendi.  25.01.2018 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeki konuşmaları ne yazık ki çok az sayıda kişi izliyorlardı, öyle ki salonun onda bir bile dolmamıştı. Bunda Ankara Valiliğinin OHAL kapsamındaki yasaklamanın (sonra zorlukla serbest bırakıldı) etkisi olduğu söylendi.
Uğur Mumcu’nun anma etkinliğinde başka bir Uğur Mumcu adlı bir öğrencinin konuşması “rastlantı” olduğu açıklandı. Çok sayıda izleyicinin izlediği bu konuşmaları, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik. Ancak metin uzun olacağı için, üç konuşmacının konuşmasını üçe böldük, üç bölüm halinde vereceğiz.
2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü (1)
İlk konuşmayı yapan Uğur Mumcu Yıldız (ÇYDD’den HÜ Siyaset Bilimi Kamu Yönetici 2. Sınıf öğrencisi ) şunları söyledi:
“-Demokrasiden bahsedeceğiz, demokrasiyi herkes değişik biçimde tarif ediyorlar. Hatta şöyle garip bir örnek var, 17 Temmuz’da kamuoyunda Selamet Hoca diye bilinen adam kendini demokrat sınıfına koymuş, bundan önceki konuşmalarında, “demokrasi yanlısı değilim, şeriat yanlısıyımdiye bir söylem vermiştir. Bu da demokrasinin bu kadar böyle sadece bir tabela olarak kullanıldığını maalesef gözler önüne seriyor.
İki, demokrasi, sadece “ben demokrasiye sahipleniyorum” demekle, ya da parti tüzüğüne, parti programına “biz demokratız” diye yazmakla olabilecek bir şey mi? Aslında böyle bir demokrasi var, ama bu demokrasi biraz şuna benziyor, bir yandan sigara içip bir yandan ben Yeşilay hareketinin destekliyorum” demeye benziyor bu demokrasi. Her şeyde olduğu gibi demokraside de hak, hukuk adalet, özgürlük, bunların hepsinde fiiliyat önceliklidir. Mühim olan ne yaptığınızdır, ne söylediğiniz değil, ya da parti tüzüğüne ne yazdığınız değil.
Ama biz bunu maalesef Türkiye’de çok fazla göremiyoruz; TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ SADECE BİR TABELA OLARAK KULLANILIYOR.  Peki demokrat olmayan kesim neden bu tabelayı kullanıyor. Sadece demokrasi ile de sınırlı değil, özgürlük, hak, adalet, eşitlik, vatanseverlik bunlar hepsi birer evrensel kavram ve siyasi partilerin bütün seçmenleri, olsun olmasın siyasi partilerden bunları sahiplenmelerini bekliyor, demokrasiyi, özgürlüğü, adaleti, bu yüzden bir oy kaybı, bir çıkarcılıkla partiler tarafından savunuluyor.
Şöyle garip bir örnek var, sanırım demokrasiyi sanırım sadece devlet fabrikalarını, devlet mallarını emperyalizmin hizmetine peşkeşe çeken partiler kendilerini demokrat, adaleti de sadece bir zümreye adalet sunan partiler de isimlerini adalet olarak değiştiriyorlar, ya da bu şekilde kullanıyorlar. Parti tüzüklerine bunu yazıyorlar. Bunlar maalesef gerçekten de Türkiye’nin çıkarcı örnekleri, siyasi ahlaksızlıkları. Keşke bu siyasi ahlaksızlıklar sadece bu bahsettiğim bir iki kişi ya da iki parti üzerinden sadece bunları konuşsak. Maalesef sadece bunlarla sınırlı değil, mesela şöyle 1980 e doğru gidelim. 1980 de bir darbe oldu 82 Anayasası geldi, bu anayasasının öngördüklerinden yüzde on seçim barajı. Şimdiki muhalefet partilerinin hepsi, hatta şu andaki parti iktidardayken bir süre yüzde onluk barajı eleştirmiştir. 82 den beri, şu an günümüze kadar gelen partilerin hepsi bu yerde bu seçim barajını eleştirdi, “antidemokratik adaletsiz” buldu. Ama ben şuna eminim ki eğer bu partilerden biri iktidara gelecek olursa, maalesef bunu pek de antidemokratik bulmayacak ya da adaletsiz bulmayacak.
Şimdi buna ne kadar eminsiniz, diye soracak olursanız, şöyle cevap verebilirim, Türk siyasi hayatı bunu bir kere yaşadı, daha yaptı,  belki de birden fazla yaşadı,  çarpıcı bir örneği var.
Şöyle 1946-1950 dönemine gidelim, Demokrat Parti’nin kurulması 1960 da kapatılması süreci. 1946 dan 50 ye kadar, Demokrat Parti’nin muhalefette olduğu süre zarfında, Demokrat Parti nispi temsil sisteminin savunucusuydu. Nispi temsil sistemi tam olarak ne oluyor, partilerin gerçek oy oranlarıyla Mecliste temsil edilmelerini sağlıyordu. Evet, bu çoğunluk sistemine göre gerçekten daha demokratik bir şey. Ama bu savunuculuğu Demokrat Parti’nin nereye kadar sürdü dersiniz, ta ki 1950 seçimlerinde yüzde 53 oyla 408 milletvekili çıkarana kadar. Yüzde 53 oyla 408 milletvekili çıkarınca, yani çoğunluk sisteminin nimetlerinden faydalanınca bu nispi temsil sistemini bu istemi bir kenara bıraktı. Bire bir çıkarcı demokrasi ama sadece bununla da sınırlı da değil, maalesef karşısındaki parti de şöyle bir yola gitti, 1950 den sonra CHP 46-50 de bu sistemin destekçisi oldu. Muhalefete geçmesinden dolayı nispi temsil sisteminin savunucusu oldu. Maalesef bunlar, Türk siyasi hayatımızda gördüğümüz, siyasi ahlaksızlıklar ve çıkarcı demokrasi örnekleri. Siyasi ahlaksızlıklardan bahsettik.
2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü (1)
Türkiye’nin şu anki antidemokratik durumunun sebebi bu partilerin çıkarcılığı ve antidemokratik uygulamalarıdır. En basitinden söylemek gerekirse, böyle bir şey söylemek vatandaşlarımıza ihanet etmek demektir. Sanıyorum burada biat etmeyi kimse savunmaz. Yanlış düşünmüyorum. Bilerek ya da bilmeyerek bu antidemokratik düzenin sorumlusunu bulmakla bu partinin antidemokratik uygulamaları olarak görüyoruz.
Demokrasilerde seçimler 4-5 yıllık sürede hangi partinin ya da hangi zümrenin hükümranlık edeceğini, bizi hangi zümrenin sömüreceğini seçmek olmamalıdır. Kazanan ya da kaybeden partinin seçmende hiçbir fark yok. “Benim partim yaptı bir bildiği vardır demekle, benim partim yapmadı benim bir sorumluluğum yok, ben sadece sosyal medyada eleştirmekle hiçbir farkı yok, ister kazanan seçmeni olun, ister kaybeden seçmenin, bu sadece seçilen hükümete biat etmek demektir. Her türlü hak tecavüzüne, sömürüsüne tepki koymak vatandaş olarak bizim hakkımız değil, bunu başka şeye indirgeyemeyiz, vatandaş olarak bizim sorumluluğumuzdur. Bu bizim vatandaşlık sorumluluğumuzdur. Bunu hak olarak indirgeyemeyiz.
Türkiye’de maalesef seçimler amaç olarak görülüyor. Seçimleri kazanma amacı, ondan sonra ne derseniz kocaman bir boşluk. Her sesimizi çıkarmadığımızda, her baskıya göğüs gerdiğimizde, bıraktığımızda daha doğrusu, biraz daha karşılaşıyoruz, biz bunu 2002 den beri görüyoruz. Ne kadar haksızlığa, adaletsizliğe ses çıkarmazsak, bir tek daha fazlası üzerimize geliyor. Oysa seçimler demokrasiye giden yolda sadece birer araçtır. İktidarı ele alırsınız, o zamandan sonra, eğer siz demokrasiye ve adalete inanıyorsanız, bunun üzerine çalışmalar yaparsınız bu güçle. Bizim görevimiz, kazanılsa da, kaybedilse de, haksızlıklara baş kaldırmak, biz buradayız demek, bu bizim görevimiz. Hakkımızdan öte bu bizim bir sorumluluğumuz. Yoksa hep yaşadığımız gibi, birazdan daha fazlasını görürüz.
Antidemokratik uygulamalara ses çıkardığımızda buna karar verdiğimizde bir yönümüzü iyi kullanmamız lazım. İnsani gücümüz, hafızamız; neden özellikle hafızadan bahsediyorum, bana kalırsa biz halk olarak biraz hafıza problemi yaşıyoruz.
Şöyle üç dört yıllık süreci gözümüzden geçirelim, hafızamızı zorlayalım, biz neler yaşadık üç dört yıllık süreçte sayısız patlama, terör, büyük rüşvet ve yolsuzluklar, eğitim sisteminde sayısız değişiklik Üniversiteye Geçiş Sistemi daha yakınlarda değişti, kadın cinayetleri, çocuk cinayet ve tecavüzleri ve tabi ki darbe. Biz bunları nasıl hatırlıyoruz, maalesef ki şöyle hatırlıyoruz, sosyal medyada bir tane paylaşım görüyoruz, genellikle bu olayların yıl dönümlerinde oradan görüyoruz, oradan tepkimizi gösteriyoruz.
Şöyle düşünün, bu olayların bir kaçı bir Avrupa ülkesinde olsa ne olurdu? Büyük ihtimalle hükümet düşer, ya da önü alınamayacak isyanlar başlardı. Peki, biz ne yaptık, maalesef unuttuk, bizim halk olarak algılamamız maalesef biraz problemli, belki de biraz da fazla şey yaşadığımızdan dolayı, bilmiyorum.
Bu hafıza problemimizle yüzleşmeliyiz, bunu bilmeliyiz, ama asla bununla yaşamaya alışmamalıyız. Başkaldırmayı ve harekete geçmeyi öğrenmeliyiz bir yerden sonra. Bu konuşmanın üst başlığı olarak 2019 a giderken demokrasi beklentimizi derinleştirmek-bu süreçte sivil toplum kuruluşlarının yeri ve rolü. Önümüze bir seçim ve bir sandık çıktı 2019 daki seçim gerçekten Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden biri. Biliyorum hepinizin aklına başkanlık sistemi geliyor ama başkanlık sisteminden bahsetmiyorum ben. Şöyle bir durum var bu seçimlerde biz geçen yıl ret ettiğimiz başkanlık sistemine 2019 da bir başkan seçeceğiz. 2019 da ret ettiğimiz sisteme başkan seçmek için sandığa gideceğiz ve bu gün burada konuştuğumuz şey, 2019 a giderken, demokrasi beklentimizi geliştirmek, derinleştirmek aslında bizim burada üzerinde durmamız gereken şey daha çok konuşmamız gereken şey, bana kalırsa 2019 a değil, yarına giderken demokrasi beklentisini derinleştirmek olmalıdır.
Az önce bahsettiğim gibi seçimler demokrasi değil, o yoldaki sadece birer amaçtır. Kurutuluş Savaşını, devrimleri, Cumhuriyetin kurulmasını hatırlayın. Bunlar seçimle veya sandıkla mı geldi. Yani sabah yedide bütün paşalar oy kullanmaya gitti, hadi Cumhuriyet kuralım, İstiklal Savaşı’nı kazanalım mı dediler. Hayır, şöyle: Atatürk’ün Amasya Genelgesinde söylediği gibi, “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır”. Yani milletin, halkın hareketleri. Seçimlerden sonra, vatandaş olarak bir şeyler yapmazsak, desteklediğimiz parti dahi iktidara gelse bu antidemokratik düzen değişmez. ÇÜNKÜ BU DÜZENİ DEĞİŞTİRECEK OLAN ŞEY PARTİLER DEĞİLDİR, HALKTIR. Demokrasi, adaleti bu güzel kavramları getirebilecek olan şey A ve B partisi değil gizli halk ve kitlelerdir. Devletler, milliyetler, kültürler bunlar insanı oluşturmaz, insan bunları oluşturur.
2019 A Giderken Demokrasi Beklentisini Derinleştirmek Bu Süreçte Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri Ve Rolü (1)
2015 Temmuzunda, bilmiyorum hatırlıyor musunuz, Cerattepe birkaç doğa olayı olmuştur, orada bir Artvin’li bir teyze vardı, söylediği şey şuydu: “Devlet kim ben varsam devlet var, ben halkım” yani her türlü şekilde devleti, milliyeti ve kültürleri oluşturur. Devlet var diye, ya da kültürler var diye insan oluşmaz. İnsanlar var diye bunlar oluşur. İnsan ve insan hareketleri olmazsa ne demokrasiden bahsedebiliriz, ne de bu yolda harekete geçebiliriz, çalışabiliriz.
Şimdi bu konuda insanlar dedik halk dedik veya demokrasi isteğinden bahsettik. Demokratik haklarımızı belirlemeli, bunları fiiliyata döküp istemeliyiz, dedik. Peki, bunu nasıl yapacağız? Demokratik sisteme olan bir bireyse, ortak demokratik isteklerde buluşmuş kitleler ve bu kitlelerin faaliyetleridir, yani ortak demokratik hamleleri olan halklar ve bunların hareketleri bu fiilleri amaçladığımız fiillere götürebilir. İşte burada konuşmamızın ikinci başlığı olan sivil toplum örgütleri ve bunların demokrasiye giden süreçte önemini yapıyoruz. Sivil toplum kuruluşları burada karşımıza çıkıyor, her bir sivil toplum kuruluşu kendileri belirledikleri amaçları doğrultusunda çalışıyor ki, Türkiye’de eğitimden hayvan haklarına, doğa hareketlerinden kadın ve çocuk haklarına kadar uzanan çok geniş bir sivil toplum kuruluşu ıskalası var. Türkiye’de partiler üstü bu organizasyonlar ülkemizde ilericilik ve demokrasi adına büyük önem taşıyor. Niye özelliği ve partiler üstü olarak altını çiziyorum, hep bahsettiğim gibi bize demokrasiyi ve istediğimiz şu güzel şeyleri getirebilecek olan şeyler A ve B partisi değildir. Partileri de çünkü insanlar, insanların fikirleri ve hareketleri belirler. Bu yüzden bu sivil toplum kuruluşları partiler üstü sadece halk ve kitle olarak örgütlenmeleri bizi demokrasiye götürecek ana etmenlerden biridir.
Bu demokrasi siyasetten arınmış daha doğrusu siyasetin ahlaksızlıklarından arınmış gerçek çıkarsız bir demokrasidir. Bu demokrasiye biz ancak partiler üstü sivil toplum kuruluşları götürebilir. Tabi siyasi ahlaksızlıklardan arınmış derken siyasetten tamamen arınmış bir siyaset asla bahsedemeyiz. Bundan bahsetmek çünkü gerçeği asla yansıtmaz.
Her siyasiler sivil toplum kuruluşun amaçları doğrultusunda çalıştığı yolda gerici bir düzenleme yaparsa sivil toplum kuruluşu siyasallaşır ki bu olması gereken bir şeydir. Mesela kendi içinde bulunduğun ÇYDD den örnek vereyim, çağdaş eğitim için mücadele veren bir sivil toplum kuruluşu eğitim alanındaki her tülü gerici düzenlemeye müdahale etmeli, sesini çıkarmalı, tepkisini ortaya koymalıdır. Bu tepkiyi ortaya koymada bir kez daha müteselli kavramı karşımıza çıkıyor. Sivil toplum kuruluşları ne kadar kitleselleşirse o kadar güçlenir ve o kadar çok alana sahip olurlar, dokundukları insan sayısı o kadar artar.
İşte bu kitleselleşme bu mücadele çok hayati bir nokta. Paydaşları ile işleri güçlü, nerede ise Türkiye’nin her yerinde kurumsallaşmış, dokunduğu etki ettiği insan sayısı sivil toplum kuruluşu tepkisini üyesi olan ya da olmayan bütün insanlarda bu tepkiyi yeşertebilir, bunu büyütebilir. Ve aha demokrasi iste ne kadar çevreye yayılırsa Amacına ulaşmaya o kadar da yakınlaşır.
Konuşmamı tamamlarken, Tarık Zafer Tunaya’nın İstiklal Savaşı döneminde Anadolu’daki bir tahlilinden bahsedeceğim size. Zafer Tunaya İstiklal Savaşı döneminde Anadolu’daki direnişleri birer çoban ateşlerine benzetiyor. Bir tas suyla sönebilecek çoban ateşleri ve ekliyor, Atatürk bu çoban ateşlerini birleştirip bir yangın haline getirmiştir. İşte bu yangın Cumhuriyet’i kurmuş, İstiklal Savaşı’nı kazanmış ve bütün devrimleri yapmıştır. Demokrasiye, çağdaşlığa, ilericiliğe inanan tüm ssk lar birer çoban ateşidir. Bu sivil toplum kuruluşları birleşir bir yangın oluşturursa işte o zaman yarına giderken demokrasi adına, özgürlük adına ve tam bağımsızlık adına bu savaşı derinleştirebilir ve bu amacımıza ulaşabiliriz”.

Cevat Kulaksız 


Cevat Kulaksız

Başkomutanlık Ve Gazilik Üzerine - Güner Yiğitbaşı
Kısa ve öz bir şekilde açıklamak gerekirse, kötü ve sıkıntılı,dar bir duruma düşen birilerinin bu sıkıntılı durumlarından yararlanmaya,bundan kendilerine yarar ve çıkar sağlamaya çalışanları ifade etmek üzere sıkça kullanılan; “Koyun can derdinde kasap et derdinde” şeklinde ifade edilen çok anlamlı bu  atasözümüzü sanırım bilmeyen yoktur.

Türk Milleti olarak, ülkemizin sınır güvenliği ve bütünlüğü için büyük bir emperyal tehlike oluşturan, ABD ve onun taşeronu PYD ve YPG teröristlerine yönelik olarak
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin'de başlattıkları ülkemizin güvenliği için gerekli operasyon nedeniyle, Türk Milleti olarak birlik ve beraberlik içinde bulunduğumuz bir sırada,bazı iktidar mensup ve yandaşlarının ortaya çıkarak, Afrin operasyonunu gerçekleştiren ve şehitler veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısı ve  akıttığı kanı üzerinden ,iş başındaki siyasal iktidara yarar sağlamak maksadıyla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile aralarında benzerlik ve paralellik kurup,  partili Cumhurbaşkanına gazilik unvanı verilmesi girişiminde bulunarak,Türk Milletinin birlik ve beraberliğini bozmaya yeltenmelerini kınıyor ve şiddetle karşı çıkıyoruz.

Yürürlükteki anayasamızın seçilmiş Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104. maddesine göre, seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın;Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil ettiği yadsınamaz bir gerçek ise de;bu anayasa maddesinde yer alan ifadeden de anlaşıldığı üzere, bu başkomutanlık; Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılan  tamamen temsili bir görev ve yetkidir.

Osmanlıyı parçalayan emperyalist devletlere karşı kurtuluş savaşı yaparak,bizzat cephede fiilen başkomutan olarak bulunup savaşarak, savaşları planlayarak ve icrasına katılarak kazandığı meydan muharebeleri sonucunda düşmanları yenerek Osmanlının küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile bugünün barış ortamındaki Cumhurbaşkanlarını kıyaslayarak ve hatalarını görmezlikten gelerek,bol keseden gazilik unvanları dağıtmaya kalkışmak,Atatürk'e şirk koşmak olup,bu haksız ve yersiz özenti girişim,Atatürk'e yapılabilecek olan en büyük saygısızlıktır.

Anayasanın 104.maddesine göre,Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı ve işlevsiz kılıp,ülkeyi OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleriyle idare etmeye başlamıştır,Afrine operasyona başlandığı sırada Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ve kapalı olup,bugüne kadar meclise harekat hakkında bilgi dahi verilmemiştir.

Bugün,Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin'e askeri harekat yapma zorunluluğunu doğuran ülkemize yönelik olumsuz ve tehlikeli koşulları, iş başında bulunan siyasal iktidar yanlış Suriye politikalarıyla bizzat kendisi yaratmış ve yapmış olduğu dış politika yanlışlarının sonucu olan ülkemize yönelik bu risk ve tehlikeleri yok etmek için Afrin harekatını yapmak zorunda kalınmıştır.

Bu nedenle,kendi hatalı dış politikalarının eseri olan ülkenin bütünlüğüne yönelik tehlikeleri yok etmek için yapılması zaruret haline gelen Afrin operasyonunun, bir başkomutanlık başarısıymış gibi sunularak, Cumhurbaşkanı Tecep Tayyip ERDOĞAN'a, harp kazanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuş Gazi Mustafa Kemal Atatürk emsali bir  başarısı göstermiş gibi, gazilik unvanı verilmesi teklifinin yapılması aymazlıktır.

15.Temmuz.2016 hain FETÖ askeri darbe girişiminin, en başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ı hedef alması ve onun öldürülmek istenmesi, bu hain darbe girişiminin bastırılmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın takdir edilmesi gereken üstün bir gayretinin bulunduğu bir gerçek ise de;bu darbe girişiminin arkasındaki güç olan FETÖ Silahlı Terör Örgütü'nün; darbe girişiminde bulunacak güce ulaşmasında,Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve sair tüm devlet kuruluşlarında kadrolaşmasında, Recep Tayyip ERDOĞAN'ın başında bulunduğu siyasi iktidarın büyük hata ve günahının bulunduğu da, inkar edilemez bir gerçektir.

Bu itibarla,Cumhurbaşkanına gazi unvanı verilmesini arzu ve teklif edenlerin,bu girişimlerine dayanak yapmak istedikleri bu iki olay, tek başına gazilik unvanı verilmesinin haklı gerekçeleri olamayacağı gibi, gazilik unvanına gerekçe yapılmak istenen ülkemizi tehlikeye sokan  bu iki olayın,hatalı yönetimiyle bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın ve iktidarının eseri olduğu asla unutulmamalıdır.

26/01/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı
"Kimi ölüler bize ne kadar yakın
 Yaşayanların birçoğu da ne kadar ölü..."
24 Ocak 1993'te öldürülen gazeteci-yazar Uğur Mumcu ile 31 Ocak 1990'da öldürülen Prof. Dr. Muammer Aksoy'un ölüm yıldönümlerini belirleyen 24 Ocak-31 Ocak günleri arasındaki haftanın, demokratik kitle örgütleriyle birlikte, her yıl anılması ile geleneksel olarak anılan “Adalet ve Demokrasi Haftası” başladı.
Ankara'da her yıl tüm demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla, önce Uğur Mumcu Mahallesinde bulunan Uğur Mumcu anıtı önündeki törenden sonra, Uğur Mumcu'nun evinin önünde anma toplantıları, Türkiye'de de yapılmakta, hafta boyunca söyleşi, açık oturum, dinleti ve sergilerle sürmekte, etkinliklere hafta boyunca binlerce insan katılmaktadır. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri 31 Ocak 2018 e kadar çeşitli konferanslar, paneller, söyleşiler, konserler ve sergilerle devam edecek.

25 nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı
25. Adalet ve Demokrasi Haftası’nın anma etkinlikleri 24 Ocak 2018 günü Batıkent Uğur Mumcu Mahallesindeki Uğur Mumcu Heykeli önünde, Uğur Mumcu Mahallesi Muhtarı Cennet Mumcu’nun sunuculuğu ile başladı.
Anma gününe Batıkent Birlikteliği, Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar ve öteki belediye yetkilileri, Batıkent mahallelerinden gelen muhtarlar, Atatürkçüler Batıkent’li CHP liler ve geniş bir halk topluluğu, havanın çok olmasına rağmen yüzlerce kişi katıldı.
Atatürk büstüne Yenimahalle Belediye Başkanı, CHP İlçe teşkilatı, Atatürk Birlikteliği çelenk koydular.
Tören öncesi aç bir sokak köpeği anıtın ve insanların arasında dolandı durdu. Ne hikmetse, Uğur Mumcu’la, Adalet ve Demokrasi Haftasıyla ilgili programların hiç birisine AKP lilerden ne çelenk konuyor, ne de katılanlar oluyordu.
Uğur Mumcu’nun anıtının önünde açılış konuşmasını yapan Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar şunları söyledi:
25 nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı
“Bu sabah da 25 yıl önceki gibi, Uğur Mumcu Parkımızdaki anıtı önünde, hunhar bir saldırıya kurban verdiğimiz TC in gerçek bir aydını olan Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’yu yad etmek için bir araya geldik. Her 24 Ocak’ta bir araya gelmemizin nedeni sadece faili meçhul bir cinayete kurban verdiğimiz Uğur Mumcu’yu anmak değildir. 25 yıldır katilinin bulunamamasına verdiğimiz tepkidir, acıdır, demokrasi ve şeffaflık talebimizdir. Uğur Mumcu TC tidir, Uğur Mumcu Kemalizm’dir, Uğur Mumcu Atatürk Devrim ve inkılâplarının bir insanda vücut bulmuş halidir, Uğur Mumcu Cumhuriyet Devrimlerinin muhafızıdır, Türkiye’nin aydınıdır, aydın nasıl olur sorusunun yanıtıdır. Onurlu bir yaşam, ilkeli ve dürüst gazetecilik, yaşamı bu uğurda feda edilmiş bir hayattır. Acısı ve özlemi 25 yıldır dinmeyendir. Kendisini rahmetle ve özlemle anıyoruz, ruhu şad olsun.
Bu gün sadece Uğur Mumcu’nun değil, menfur bir terör saldırısına kurban giden Diyarbakır Emniyet Müdürümüz Gaffar Okan’ın da ölüm yıldönümüdür, yine Türkiye’nin önemli aydınlarından Eski Dış İşleri Bakanımız İsmail Cem’in de ölüm yıldönümü, yine SDHP nin Genel Başkanı Aydın Gürkan’ın da ölüm yıldönümü onların da ruhunun şad olmasını diliyorum.
Ayrıca Ordumuzun Bölünmez bütünlüğü için Afrin’de savaşan, bir an önce başarıyla bitmesi için dualarımızın onunla olduğunu da belirtmek istiyorum. Oradaki kardeşlerimize, askerlerimize Allah güç ve kuvvet versin, bu ülkenin bölünmez bütünlüğünün mutlaka temin edeceğiz. Çünkü yurdumun sınırları içinde yaşayan her yurttaş Türkiye’nin eşit yurttaşıdır. Mustafa Kemal’in eşit yurttaşı olarak bu ülkede yaşamaya devam edeceğiz.
Bu akşam Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde bir Uğur Mumcu sergisini yerinde açacağız, 7.5 da da müzik konseri var, hepinizi oraya da bekliyorum”.
Batıkent Birlikteliği adına Cumhuriyet Kadınları Derneği Batıkent yöneticisi Döne Türkeri de şu konuşmayı yaptı:
“-Gündem hala aynı, Uğur Mumcu hala yolumuza ışık tutmaya deva ediyor, 1960 larda yazdığı, yetmişlerde, seksenlerde ve aramızdan ayrıldığı gün kadar yazdıkları hala güncelliğini koruyor, çünkü oyuncular değişiyor sadece, oynatanlar aynı.
Anneler ve abalar, çocuklarını sokak ortalarında eşkıya çetelerince öldürülsünler diye yetiştirmediler”  derdi Uğur Mumcu, çok şehitler verdik vatan topağına, vermeye de devam ediyoruz, “bir gün bunların hesabı sorulacaktır” dedi, soracağız diyoruz inançla.
“Devlet koltuklarına dayanarak kabadayılık yapanları, sanık sandalyesinde göreceğiz, bir gün” dedi.
Az da olsa görüyoruz sanık sandalyesinde, kabadayıları; mızrak çuvala sığmadığında.
Bu gün Türkiye’de Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e;
Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye;    Müslümanları laiklere, laikleri de Müslümanlara düşman eden bir siyaset izleniyor. Bu siyaset Kürt terörizmi ve İslamcı terör ile destekleniyor.
Bir toplum böyle çöker işte. Devletin yerini kaba kuvvet alır, susulur!  Yasanın yerini din alır, korkulur! Yolsuzluklar, cinayetler birbirini izler, eller kollar bağlanıp götürülür. Vuran vurur, öldüren öldürür ve bütün bunlardan sonra, bir çete gelir ve devleti teslim alır.
Çete devleti şimdilik teslim alamadı, kırk yıldır devletin kılcal damarlarına kadar sızan, sızdırılan çete çökertildi, TBMM den de temizleneceği günler gelecektir. Kandırıldık diyen hükümet yöneticileri, devletin el koyduğu öğrenci yurtlarını bu seferde başka tarikat ve dinici yapılanmalara teslim ediyorlar.
Biz bu topraklarda Milli Bayramların yasaklandığı, bu devletin kurtarıcısı, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün anıtlarına çiçek konulmasının yasaklandığı günleri gördük. Bizler Batıkent’li Atatürkçüler bu yasaklara hiç uymadık. Bütün milli bayramlarımızda ve anma törenlerimizde Atamızın huzurundaydık yanımızda, önümüzde kalbimizde Uğur Mumcu’yla. Atatürkçülük, yük olur diye bırakılıp, gereğinde taşınan bir emanetçi bavulu değildir. Atatürk’ün antiemperyalizmine dönmek, elli yıl geriye dönmek değil, yüzyıllarca ileriye yönelmek demektir.
Ekonomik buhrandayız, milli olan pek bir şeyimiz kalmadı. Tohum ithal, yem ithal, et ithal, saman ithal, temel gıda maddelerimiz buğdayın, çoğunu ithal eder olduk.
Emperyalistlerin şımarık oğlanı Yunanistan adalarımızı işgal etmeye başladı bile. Tüccar kafasıyla geldik bu günlere, peki nasıl kurtuluruz? Milli değerlerimizi planlı üretim ekonomisiyle işleyerek, dışa bağımlılığı en aza indirip dünya piyasalarında söz sahibi olarak kurtuluruz.
Uğur Mumcu daha yirmili yaşlarında bir yazısında, Türkiye bundan sonra nasıl bir yol izleyecektir? 1929 dünya ekonomi bunalımını, Atatürk’ün “planlı devletçilik” uygulamaları ile atlattık.
1950 lerden bu güne hangi sistem hangi uygulama ve hangi model ile geldik? Herhalde üzerinde tartışılması gerekli en önemli konu budur” dedi.
Yasalarımız dine dayalı esaslar üzerine şekillendirilirken; imam nikâhı medeni nikâhın önüne geçerken; meleler din adamı unvanı verilip devletin cebinden maaşa bağlanırken; medeni yaşam kadın cinayetleriyle ilkel toplumlara dönüşürken; dini eğitim anaokullarına sokulurken; din adına devletin bütün kurumlarına eğitimden yargıya, emniyetten orduya umursuzca yerleştirilmiş bir Amerikan uşağı çete devleti ele geçirmeye çalışırken daha dün bizi uyarmıştı 15 Ocak 1976
“Ben Atatürkçüyüm, ben Cumhuriyetçiyim; ben laikim, ben antiemperyalistim; ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım; ben insan hakları savunucusuyum; ben terörün karşısındayım; ben yobazların, hırsızların vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım”…
Seni unutmayacağız Uğur Mumcu”.

25 nci Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı

Bu törenden sonra katılımcılar, Yenimahalle Belediyesinin araçları ile Karlı Sokaktaki Uğur Mumcu ailesinin evinin önündeki törenlere gidildi.
Mumcu Ailesinin evlerinin önünde, Uğur Mumcu’nun katledildiği yerde binlerce Ankara’lı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, eşi Selvi Kılıçtaroğlu ve partili arkadaşları ile çelenk koyup aydınlığı sembolize eden mumlar yaktılar.

Cevat Kulaksız  

Cevat Kulaksız

Uğur Mumcu - Güner Yiğitbaşı
Uğur Mumcu'yu, yirmi beş sene önce bugün, Ankaradaki evinin önünde uğradığı hain bir bombalı suikast sonucunda kaybettik.

Aradan geçen bu yirmi beş sene gibi uzun bir zamana rağmen; onun, suikast eylemini doğrudan gerçekleştiren, katil veya katillerini,yani aracına o bombayı fiilen yerleştiren veya yerleştirenleri, kişi bazında belirleyip hak ettikleri cezayı veremedik.

Ancak, Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını;zihniyet olarak,benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında çok iyi biliyoruz.

Bunlar; Uğur MUMCU ve onun gibilerinin yok edilmesinden yarar sağlayacak olan,Atatürk ilke ve devrimlerine,hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine,Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olan, tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır.

Bu itibarla,bize göre; Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine,bu hainleri yetiştiren ve azmettiren bu karşı devrimcilerle mücadele ederek, onları etkisiz kılmakla da, Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu  katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız.

Çok iyi biliyoruz ki;esasen,onun fiili katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek, Uğur MUMCU'yu mutlu kılmayacaktır.Bu nedenle,Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak,özlüyorsak,onun mutlu olmasını ve mezarında rahat uyumasını istiyorsak,bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak,onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı ve robotları değil, o hain suikasta karar veren ve planlayan,onun gerçek katilleri olan perde arkasındaki,ancak  hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek,Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız.

Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu, Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan, kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci olarak tanırlar.

Uğur MUMCU;kitaplar yazan araştırmacı bir gazetecidir ama, her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı,ülkesini seven,hukukun üstünlüğünü,insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan, iyi eğitim almış,Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimcidir.

Uğur MUMCU; 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart öncesinde, mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde  asistan olarak akademisyenlik yapmış olup, bu satırların yazarı bendeniz de,Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken, 3.sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş bir kişiyim. Bana,idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan, idari yargı konusunda öğrendiklerimin tümünü, Sevgili Uğur MUMCU'nun, Danıştay kararlarından örneklerle uygulamalı olarak vermiş olduğu çok değerli anlatımlarına ve öğrettiklerine  borçlu olduğumu burada belirtmeyi,kendim için bir görev sayıyorum.

Demokratik ve  laik cumhuriyetimize yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı ülkemizin bugünkü koşullarda Uğur MUMCU'ya sahip olamamak, bu ülkenin en büyük kaybı, karşı devrimcilerin ise, büyük kazancı olmuştur.Uğur MUMCU da işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan zihniyet tarafından katledilmiştir.

Demokratik ve laik,bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının,karşı devrimcilerin,liboş ve döneklerin,her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası,demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu,laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda,vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan değerli hocam UĞUR MUMCU’yu,ölümünün yirmi beşinci yıl dönümünde, minnetle ve rahmetle anıyor,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle; kendisine, ülkem ve şahsım adına, sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.

Mekanın cennet olsun,nurlar içinde yat, Sevgili Uğur MUMCU.

24.Ocak.2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


NOT:Sözcü Gazetesinin; gündemin çok yoğun olmasına rağmen,ancak dördüncü sayfasında,”Mumcu ölümünün 25. yılında anılıyor” başlığı altında, on, on beş satırlık bir haberle Uğur MUMCU'yu değersizleştirmesini,SÖZCÜ'ye yakıştıramadığımı açıklamak zorundayım.G.Y.

Türkiye’de İrtica Sürecinden Bazı Anekdotlar
Benim arşiv gibi bir anı defterim vardır, ilginç bulduğum konuları yazardım. Bu arşiv gibi anı defterime bir göz atarken, 1046. Sayfasına şimdilerde hapiste olan Şahin Alpay’ın bir yazısını defterime yazmışım.
Haksız yere, AYM nin “hak ihlali” kararına rağmen zorla hapiste tutulmak istenen gazeteci Şahin Alpay’ın durumu da denk düştüğü için buraya alıyorum.
Milliyet 8-7-2000 sf 22 de Şahin Alpay, sayfasında şöyle yazmış:
Erbakan Haziran 1996 ara yerel seçim kampanyasında: “Refah dışında kalan bir partiye oy verirsen, Yahudi’ye oy veririsin. Şehitler, evliyalar o insanı çarpar. Refah dışındaki partilere oy veren Ermeni’ye, İsrailliye oy vermiş olur” diyor.
Şahin Alpay köşesinde bunun için şunları yazıyordu.
“Türkiye eğer gerçek bir hukuk devleti olsaydı savcıların derhal harekete geçerek Erbakan hakkında TCK 312. Den soruşturma açması, mahkemelerin, Erbakan’ı ayırımcılık, ırkçılık, dini alet ederek kin ve düşmanlığı yayma suçundan mahkûm etmesi gerekirdi.
“-Ne fecidir ki, Erbakan’ın yargılanması sıfır 25.5.1996 o yazıyı yazarken şöyle bir not düşmüşüm: (Demek ki, savcı ve yargıçlar özgür değildi o zaman)
**

DEMİREL’İN SAİD-İ  NURSİ MEVLİDİNE TELGRAFI:

Bu arşiv gibi anı defterimin 1045. Sayfasına aşağıdaki notları yazmışım.
28 Ekim 1990 Laik Cumhuriyet’in azılı düşmanı Said-i Nursi için, özellikle 28 Ekim’e denk getirilerek Ankara Kocatepe Camiside okutulan mevlide DYP ile ANAP tan kimi parlamenterler de katıldı.  O zaman DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel, Cumhuriyete karşı bir irtica gösterisine dönüşen mevlidi şu telgrafla kutluyordu: “gösterisine dönüşen mevlidi şu telgrafla kutluyordu: “Büyük alim ve büyük müfessir Bediüzzaman Said’i Nursi için okunacak mevlidi, Allah kabul etsin. Hakkın savunucusu ve iyiliğin yol göstericisi olan Bediüzzaman Said’i Nursi’ye Allah rahmet eylesin .”
(Oysa Said-i Nursi denilen adam, ta Abdulhamit’den bu yana, 31 Vakasına karışmış gericiliğin başı idi; şimdiki Laik TC nin başına da bela olan Fetullah Gülen’in de piri idi, Feto Said_i Nursi’nin nurculuğunu kendine rehber edinmişti. İşte bu din sömürücülüğü yapan siyasiler yüzünden irtica, Türkiye’de tırmanışa geçmiş, 15 Temmuz 2016 da da, darbe yapacak kadar hayâsızlaşmıştı).
Kaynak: Müdafaa-i Hukuk Dergisi sayı 2 sf 36
DYP ve SHP Koalisyon Hükümetleri  (1991-1996) 1. Koalisyon (DYP-SHP Koalisyonu. Başbakan S. Demirel 20 Kasım 1991-24 Haziran 1993) Döneminde:
Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı, Demirel ve İnönü’nün hükümet ortağı olduğu yıllarda, 1992/1993 de yeni açılan 23 Üniversiteye üçlü kararnameyle atanan kurucu rektörlerden 18 i şeriatçı ve tarikat bağlantılıydı. Öyle ki, “Kara ses” bu atamaları duyunca, “üniversite tamam”  diyebilmiştir. “Türk İslam Sentezcileri, bazı ocak ve derneklerin etkisi de olan bir atamadan sonra bu üniversiteler birer Osmanlı Medresesine benzemeye başlamıştı.
Kaynak:  Müdafaa-i Hukuk Dergisi sayı 2 sf 36
DYP_SHP Koalisyonu. (Başbakan: Tansu Çiller 25 Haziran 1993-5 Mart 1996) DYP ve SHP nin Anayasa değişikliği önerisi ile milletvekili andından “Laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağım” cümlesi çıkarıldı.
Ocak 1993 TBMM Milli Eğitim Komisyonu İmam Hatip Okullarını bitirenlerin Harbokullarına girmelerine engel olan yasayı değiştirdi. Uğur Mumcu bu girişimi eleştiren “İmam Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra, evinin önünde arabasına konulan bomba ile suikasta kurban gitti.
Kaynak:  Müdafaa-i Hukuk Dergisi sayı 2 sf 36

HEP DİNİ KULLANARAK İKTİDARA GELDİLER

Bu arşiv gibi anı defterimin 1041. Sayfasına şu anekdotu yazmışım:
“Demokrat Parti 1950 seçimlerine “imanla, imansızın ayrılacağı büyük gün” diyerekgiriyordu.
Yine aynı parti seçim öncesi yaptığı bazı propagandalarda: “Bir yanda Kuran, bir yanda Nutuk, söyleyin bakalım sandıkta Kuran’ı mı, Nutuk’u mu seçeceksiniz”.
Böylece Demokrat Partrililer karşı parti CHP yi halka karşı imansızlıkla suçluyor. Yine aynı parti Kuran ile Atatürk’ün Nutku’nu karşı karşıya getirip haince dini siyasete alet ediyordu.  (Fırsat buldukça dini siyasete alet eden Menderes, TBMM indeki çoğunluğa karşı, “siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz”  diyerek irticaya yeşil ışık yakıyordu).
Ayrıca DGM since 312. Madde hükümlerince 1 yıl hapis cezası verilen ve siyasetten yasaklanan Necmettin Erbakan da Bingöl konuşmasında, “iki parti var, biri hak, diğeri batıl” diyordu.
(Şimdilerde 15 yıldır iktidar da olan R.T. Erdoğan da, “milli, gayri milli”  diyerek kendi partisini “milli”, muhalif parti CHP yi de “gayri milli” diye gösteriyordu).
Kaynak: Sabah 8.7.2000 Yılmaz Karakoyunlu
Özdeyiş: “ İktidar yozlaşmaya meyillidir; mutlak iktidar,  mutlak yozlaşmaya meyillidir”. -Lord Acton-
Daha nice örnekler verebiliriz, ama uzatıp sizi sıkmak istemiyorum. Siz zaten olagelen süreçteki irticai olayları biliyorsunuz, sıralayabilirsiniz.

Cevat Kulaksız  

Cevat Kulaksız

Vatan hainliği ile Vatanseverliğin birbirine karıştığı günleri yaşıyoruz!...
Afrin harekatının başlatıldığı bugünlerde,ülkemiz ve ülke insanları çok zor günler yaşıyor.

İyi niyetli bir şekilde, siyasal iktidarı haklı olarak eleştiren muhalefetteki bazı siyasi partilerimiz ile  muhalif basını da oldukça zor günler bekliyor.

Suriye politikasında başından itibaren yanlış yapan siyasal iktidar,yaptığı yanlışların sebebiyet verdiği ülkemizi tehdit eden sonuçları ortadan kaldırmanın telaşı ve gayreti içinde,siyasal iktidarın Suriye politikasında yaptığı, Esat rejimini devirme saplantısına varan, ABD'nin dümen suyundaki yanlışlarını gidermek için atmaya başladığı adımları, hiç kimse küçümseyemez.

Siyasal iktidarın;ilk başta Suriye politikasında yanlışlar yapması,  bu yanlışların yol açtığı ülkenin zararına olan sonuçlarını ortadan kaldırmak için Afrin'e yönelik askeri harekat yapmasının engeli olarak görülemez.

Siyasal iktidarın ilk başta Suriye politikasında, ülkenin güvenliğine ve geleceğine dönük tehlikeli sonuçlar doğuran yanlışları yapmış olması ile sonradan bu yanlışlarını ve tehlikeli sonuçlarını görerek, bu yanlışlarının ülke güvenliği için tehlike arz eden  sonuçlarını gidermek için yaptığı Afrin harekatını birbirine karıştırmamak lazımdır.Yapılan bir yanlışın yarattığı tehlikeleri gidermek için gerekli olan adımları atmak, siyasal iktidarın görevi olup, siyasal iktidar da şimdi Afrin harekatıyla,yaptığı önceki yanlışları ve bunun tehlikeli sonuçlarını gidermeye çalışmaktadır.

Evet ülke zor günlerden geçmektedir,yakın bir geçmişte FETÖ Silahlı Terör Örgütü tarafından,   içinde yuvalandığı Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendisine mensup unsurlarını kullanarak darbe girişiminde bulunulmuş olup, bir yandan, darbe girişiminde bulunan örgütle mücadele edilirken,diğer taraftan da, Suriyenin kuzeyinde,ülkemizin güney sınırında yuvalanan ve ABD'den silah ve moral destek alan bölücü  PYD/YPG ve PKK örgütünün ülkemiz için yarattığı tehlike, ülkemizi dar boğaza sokmuş, bu dar boğazdan çıkabilmek için, ülke içinde iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasal partilerimizin ve siyasal görüşleri ve partileri ne olursa olsun tüm haklımızın birlik ve beraberlik ruhu içinde yek vücut hareket etmeleri,ülkemizin menfaatleri için asgari müşterekte buluşmaları şarttır,ancak bu, siyasal iktidarın hiçbir şekilde eleştirilmeyeceği,yaptığı hataların söylenmeyeceği,ülkeyi bu duruma yanlış Suriye politikaları ile bizzat siyasal iktidarın getirmiş olduğu gerçeğinin gizleneceği,siyasal iktidara koşulsuz olarak biat edileceği anlamına gelmemektedir,

Ülkenin içine düşürüldüğü bu durumun sorumlularını bilmek ve öğrenmek, halkımızın en doğal hakkıdır,bu gerçekleri halkımıza açıklayıp öğretmek de, en başta ana muhalefet partimiz olmak üzere, muhalefet partilerimiz ve aydınlarımızdır.

Bu itibarla, siyasal iktidar ve yandaşlarının;ülkemiz zor şartlardan geçiyor,Afrine askeri harekat yapıyoruz bahaneleriyle hamaset yaparak,doğruları dile getirerek halkımızı aydınlatmaya çalışan muhalefeti ve muhalifleri, vatan hainliği,FETÖCÜ ve PKK'lı ağzıyla konuşmakla,FETÖ ve PKK'ya yardım etmekle suçlamaya hakları yoktur.

Hal böyle iken, siyasal iktidar yetkililerinin son günlerdeki beyanlarına baktığımızda;siyasal iktidarın ve yandaşlarının, her konuda, koşulsuz olarak siyasal iktidara biat etmeyen,siyasal iktidarı haklı olarak eleştiren partileri ve kişileri vatan hainliği ile suçlayarak gayri milli ilan ettiklerine tanık oluyoruz.

Ülkemizde şu anda vatan hainliği ile vatanseverliğin birbirine karıştığı,vatanseverlik ile vatan hainliğinin, bir kılıcın keskin yüzü inceliğindeki bir perdeyle ayrıldığı zor güleri yaşıyor ve esasen suskun olan halkımızın suskun kalmaya devam etmelerinin ve hakikatlerin ortaya çıkmasının istenmediği hassas günleri yaşıyoruz.

Siyasal iktidarı,sınır güvenliğimizi sağlamaya ve ülkemizin tüm güney sınırı boyunca, sıcak denizlere açılan kesintisiz bir Kürt,daha doğrusu PKK/PYD koridorunu önlemeye yönelik Afrin harekatı nedeniyle, sonuna kadar desteklemekle birlikte,Afrin harekatına zeytin dalı ismini vererek,bu harekatın amacını; Suriyede toprak işgali olmayıp,ülkemizin sınır güvenliğini, Suriyede barışı ve Suriyenin toprak bütünlüğünü sağlama olarak açıklayan siyasal iktidar,sınır güvenliğimiz yanında, gerçekten Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunuyor ve Suriye'nin parçalanmasını istemiyorsa,açıkça bir öz eleştiri yaparak, geçmişte Suriye politikasında yanlışlar yaptığını, bugün için Esat rejimini desteklemekten başka bir alternatifin kalmadığını ilan ederek, Suriye lideri Esat'a dostluk elini uzatmaktan,ona yardımcı olmaktan ve birlikte hareket etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

Bu nedenle, Afrin harekatının; Rusya ve İran tarafından desteklenen ve artık Suriyenin başında kalacağı kesinleşen Esat ve rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu unsurlarıyla yapılması, bize göre, harekatın amacıyla çelişmektedir.

22/01/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Güner Yiğitbaşı

İsteriz ki. - Güner Yiğitbaşı
Bu ülkenin insanları olarak isteriz ki;

Ülkemizde olağanüstü hal yönetimi olmasın,demokrasi tüm ilke ve kurumlarıyla uygulanabilsin,

En başta anayasamız olmak üzere,yürürlükteki tüm yasalarımız,sadece idare edilen konumundaki halkımız tarafından değil,bizi yönetenler tarafından da saygı görsün ve harfiyen uygulansın,

Devletimizin,anayasamızda yer alan; insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olma niteliği,tam anlamıyla hayata geçsin ve devletimizin bu nitelikleri kağıt üzerinde kalmasın,

Kuvvetler ayrılığı ilkesi,eksiksiz olarak işletilsin,yasama ve yargı, yürütmeyi denetleme görevini tam anlamıyla yerine getirebilsin,

Yasama organının üyeleri milletvekillerini, parti liderleri belirlemesin,lider sultası kalksın, parti örgütü tabanı tarafından belirlenerek halkın oylarıyla seçilen  milletvekilleri,parti disiplininin gerekli kıldığı sınırların dışında, hür ve bağımsız olabilsinler ve mecliste parmaklarını her seferinde liderin istediği gibi kaldırmasınlar,

Yargı; her yönüyle bağımsız ve tarafsız olsun, hakimler kendi vicdanlarına ve yasalara göre, bağımsız ve tarafsız bir şekilde karar verebilsinler,insanlarımızın yargıya olan güvenleri sarsılmasın,yargıya olan güven hiç azalmasın,yok olmasın,yargı yürütmenin talimatları ve yönlendirmeleriyle asla karar vermesin,

Anayasa Mahkemesi,görevini büyük bir tarafsızlık içinde bağımsız bir şekilde yerine getirsin, yasama,yürütme ve yargı organları kesin ve herkesi bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulasınlar,

Eskiden olduğu gibi parlamenter sistem devam etsin,yasama,yürütme ve yargının tüm yetkilerini tek kişide toplayan,yasama ve yargıyı taraflı ve bağımlı kılan,işlevsizleştiren,insan hak ve özgürlüklerini yok eden Türk tipi başkanlık sisteminden vazgeçilsin,

Eskiden olduğu gibi parlamenter sistem uygulanarak, siyasi partiler ve seçim yasalarında yapılacak olan değişikliklerle, lider sultasına dayalı olmaksızın seçilen milletvekillerinden oluşan meclisin, seçimlerde çoğunluğu kazanarak iktidar olan kanadından atanan başbakanın başkanlığında oluşturulan bakanlar kurulu,meclisin çıkaracağı yasalara ve anayasaya uygun olarak ülkeyi yönetsin,

Eskiden olduğu gibi, ülkenin tarafsız ve partisiz bir Cumhurbaşkanı olsun, Cumhurbaşkanı; parti ayrımı yapmaksızın, her Türk Vatandaşının Cumhurbaşkanı ve  tüm siyasi partilere eşit mesafede olsun,aynı anda bir siyasi partinin genel başkanı ve ülkenin Cumhurbaşkanı olarak iki gömleği üst üste giymesin,ülkenin birliğini ve dirliğini sağlayıp temsil etsin,

Cumhurbaşkanı; yasaların ve anayasanın kendisine tanıdığı sorumsuzluğa, dokunulmazlığa ve imtiyazlara layık olmasını bilsin, sorumsuzluğuna güvenerek anayasayı ve yasaları her fırsatta ihlal etmeye kalkışmasın, kendisi anayasa ve yasaları kolaylıkla ihlal ederken,bu nedenle kendisini eleştiren,bazen de eleştiri sınırlarını aşarak hakaret sınırına çok yaklaşan vatandaşlarından hesap sormaya kalkışarak,haklarında sürekli suç duyurularında bulunmasın,öncelikle hatayı kendisinde arayarak,kendi davranışlarına,beyan ve konuşmalarına dikkat etsin,

Cumhurbaşkanı; halkına rol model olsun, harcamalarında ve yaşantısında ayağını ülkenin sınırlı olan  bütçe imkanlarına göre uzatmasını bilsin,temsilde fedakarlık olmaz,ülkenin itibarı gibi mazeretlere sığınmasın,

Cumhurbaşkanı;kendisini, istisnasız her gün bir toplantıda,törende,açılışlarda hazır bulunarak, buralarda kürsüye çıkıp,gerekli ve gereksiz, sürekli bir konuşma yapma mecburiyetinde hissetmesin,bilakis az ve öz bir şekilde, daha ziyade kendisinin hakemliğine başvurulması gereken ülkenin önemli konularında ve kriz dönemlerinde,ülkenin birliği ve dirliği için gerekli olan zamanlarda ve konularda konuşarak yüzünü eskitmesin, saygınlığını ve inandırıcılığını kaybetmesin,

Atatürk'ün; yurtta sulh, cihanda sulh ilkesine uygun olarak,komşu devletlerle iyi geçinilsin,dostluk ilişkileri kurulsun ve onların içişlerine karışılmasın,devletin yılların birikimi ve tecrübesinden oluşan diplomatik ilke ve geleneklerine ve diplomatların mesleki  tecrübelerine saygı gösterilerek,gerçekçi ve ülke yararına dış politikalar geliştirilerek uygulamaya konulsun,

En başta basın,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,tüm insan hak ve özgürlükleri, anayasada yazılı olarak kağıt üzerinde kalmasın,hayata geçirilsin ve işlerlik kazansın,

Laiklik ilkesinden taviz verilmesin,çağdaşlıktan uzaklaşılmasın,özgür düşünceye ve bilime dayalı laik ve çağdaş eğitimden asla sapma olmasın,tüm halkımızın eğitim düzeyi artırılsın,

Ülkenin cari açığı, her geçen sene katlanarak artmasın,

Ülkenin kısıtlı olan bütçe imkanları,taşa ve toprağa harcanıp gömülmesin,ülkenin ihtiyaçları, öncelikleri gözetilerek,tüm yatırımlar istihdama, üretime ve ihracata dönük ve ihtiyaç önceliklerine göre yapılsın,buna dayalı olarak da ihracatımız artsın ve işsizlere iş imkanları yaratılsın,

Ülkemizin verimli toprakları,dört mevsimin yaşandığı o güzel ve eşsiz iklimi ve kırsal kesimde yaşayan vefakar ve cefakar insanlarımızın emekleri değerlendirilerek ve çiftçilerimiz devletimizce  desteklenerek, tarıma dayalı üretimimiz artırılsın,tarım ürünleri üretiminde, ülke olarak, kendi kendimize yeter hale gelelim ve bugün getirildiğimiz tarım ürünlerini dahi ithal eden ülke konumundan süratle uzaklaşalım,

Gelir dağılımında adalet olsun,ülkenin milli geliri ve refahı tabana eşit ve dengeli bir şekilde yayılsın ve paylaşılsın,

Vergi adaleti sağlansın,gerçek kazançlardan alınan vergiler çoğaltılsın,gelir ve kazanç düzeyine göre alınmadığı için adaletsiz olan vasıtalı vergilerin toplam vergilerdeki payı ve oranı asgari düzeye indirilsin,sistem dışı kala kazanç sahipleri sisteme dahil edilerek vergi gelirleri artırılsın,halktan toplanan vergilerle yapılan kamu harcamaları denetlenebilsin,harcamaları yapan yürütme organı, yaptığı harcamaların hesabını millete versin ve bu konuda şeffaflık sağlansın,

Kızlarımızın çocuk yaşta imam nikahıyla evlendirilerek istismar edilmelerinin,çocuk yaşta hamile bırakılarak, çocuk anne yapılmalarının acilen önüne geçilsin,

Kadınlarımızın eşleri,sevgilileri ve ayrıldıkları eşleri tarafından öldürülmelerinin önüne geçilsin,

Sizce çok şey mi istiyoruz?

19/01/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget