Haber Güncel

Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Mustafa Kemal kalpağı mı, Rus kalpağı mı?
İstanbul’un işgal yıllarıdır. Türk gazeteleri ve halk Padişah Mehmed Vahdeddin Sadrazam Damat Ferit hükümetinin ve işkâl kuvvetlerinin müthiş bir baskısı ve sansürü altında. Çıkacak olan gazeteler önceden sansür heyetinin kontrolü-sansüründen sonra yayınlanabiliyordu. 

Damat Ferit Babıali’sinin Kuva-yi Milliyeci Gazetesi İleri yayınlanmakta gazetede masum bir tefrika yayınlanıyor. İşte bu gazetede yayınlanan tefrika yüzünden gazetenin çalışanları Damat Ferit’in meşhur Nemrud Mustafa Paşa’sı Divan’ı Harbine nasıl boyladığını bir kaynaktan aktarmaya çalışacağım.

Mustafa Kemal Anadolu’da Milli Hükümeti kurmuş, İstanbul’la ilgisini kesmiş, Padişah Vahdeddin’in Sadrazamı Damat Ferit Gazi Mustafa Kemal’le arkadaşlarını idama mahkûm eden o aşağılık fetvaları yayınlanmış, ulusal ordu kurulmuş, hatta şurada burada düşmana karşı bölgesel başarı elde etmeye başlanmıştı.

İşte işgal altında İstanbul’da yayınlanan Türk gazetesi İleri’in İstihbarat Şefi Cevat Gültekin, Anadolu’dan Kuvay-i Milliyecilerde gelen başarı haberlerini, Yunan işkâl kuvvetlerinin bildirileri arasında yayınlamaya çalışıyordu. Anadolu’da Kuvayi Milliyecilerin haberlerini, İstanbul’a İzmit, Karamürsel, Adapazarı ve ötelerden gelen sebze zerzevat meyve sepetlerinin kasalarının altına saklanmış mili ordu Kuvaay-i Milliyeci kabzımallardan birinden resmi tebliğlerini İleri gazetesi için haber alabiliyorlardı. Böylece Mustafa Kemal’in iç açıcı başarılarını bu gizli belgelerden gelen bilgileri İleri gazetesi İstanbul halkına yayınlamağa çalışıyordu.

İşgal altındaki İstanbul’da İleri gazetesi sansürler baskılar altına yayını sürdürürken bir gün gazeteye bir paşa bir tefrika teklif eder. Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas cephesinde o zamanın başkumandanı Enver Paşa merhumun yaptırdığı yersiz bir taarruz hücumunda birçok askerimiz şehit olmuş, bir kısmı esir düşmüş, daha çoğu da düşman kurşunlarından ziyade azgın bir tabiatın ayazında Sarıkamış Allahuekber Dağlarında donarak ölmüşlerdi. 

İşte gelen paşa İhsan Latif Paşa’dır; Enver Paşa’nın bu çılgın taarruz hücumunda Ruslara esir düşmüş fakat sonraları Rusya’da Bolşevik 1917 Devrimi isyanı çıkınca sürgün bulunduğu Sibirya’dan kaçmaya teşebbüs etmiş, kıyafet değiştirip yaya olarak kaçmaya teşebbüs etmiş, sonunda vatana dönmeye muvaffak olmuş. Daha sonra İstanbul milletvekili de olan ve İzmir Valiliğinde de bulunan İhsan Latif Paşa, esirlikte geçen yılları için gazetede tefrika edilmesini istiyordu. İleri Gazetesi, bu paşanın parlak ve biraz sıkıntılı esir yaşamının, o kapkara mütareke günlerinde Türk okuyucusunun manevi kuvvetini yükseltir düşüncesi ile parlak ilanlarla yayınlanmasını istiyordu. Ancak Paşa işgal İstanbul’unda olduğu için, her ihtimale karşı kimliğinin gizli tutulmasını şart koşmuştu. Bu nedenle Paşa’nın kendi fotoğrafını gazeteye koymak koymadılar. Paşa’nın kimliğinin fotoğraftan belli olmaması için İleri gazetesinin Ressamı Namık İsmail’e başı kalpaklı, sırtı asker kaputlu temsili bir resim yaptırıldı, bunu hem ilanda hem de gazetede çıkan tefrika yazısının yanına koydular. 

İlanlar ve yazı tefrikası İleri gazetesinde yayınlanmaya başlayınca gerçekten kamuoyunda ilgi uyandırmaya başladı. Gazetede yayınlanan yazıda günün politikasına temas eden bir durum yoktu. Savaşta esir düşen ve Sibirya’ya sürgün edilen İhsan Latif Paşa, Sibirya’dan sürgün edildiği yerden kaçarken kılık değiştirdiğini, filan kasabadan nasıl kimlik değiştirdiğini gizleyerek gizlice geçmeye nasıl başarılı olduğunu, o zamanki Bolşevikler arasından nasıl süzüldüğünü, o devirde Rusya’da cereyan eden kardeş boğuşmalarının kanlı safhalarını Paşa ballandıra ballandıra gazetede yazıyor, tatlı tatlı zevkle okunacak meraklı bir seyahatname kaleme alıyormuş gibi şehirlerden, kasabalardan bahsediyordu. Ama zülfüyâra katiyen dokunmuyor, fincanlı katırlarını ürkütmekten çekinir bir kalem kullanıyordu. 

Gazetedeki Rus kalpağını Mustafa Kemal’in kalpağına benzetmişler

Paşa’nın Rusya’da esir yaşantısı ile ilgili serüveni gazetede yayınlanırken, günlerden bir gün matbaada gazete çalışanları çalıştığı sırada padişahın ve işgalci İngiliz polisinden gizli elemanları içeri doluşuyorlar. Kapıları tuttuktan sonra çalışanlara:

“Buyurun, polis müdürlüğüne kadar gideceğiz” derler. Çalışanların hepsi dona kalırlar. Sivil polisler hiçbir bilgi vermek istemiyorlar, sadece doğruca müdüriyete götürülmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Gazetede çalışanları palas pandıras polis müdürlüğüne götürdüler. Polis müdürlüğünde kimlikleri tespit edildi, suçlarının ne olduğunu bilmiyorlardı, belki polis müdürlüğünde suçlarını öğreniriz diye ümit ediyorlardı, ama orada da suçlarını söylemediler. Orada yarım saat bekledikten sonra tekrar yola çıkarıldılar ve sanki bir vatan haini gibi Harbiye Nezaretindeki Nemrud Mustafa Paşa Divan-ı Harbine götürdüler. Çok şaşkındılar hala suçlarını bilmiyorlardı. 

Gazete çalışanları götüren polisler Divan-ı Harpteki görevli subaylara teslim ettikten sonra gittiler, ama suçlarını hala öğrenememişlerdi. O sıralarda ise İttihatçı diye, Kuva-yı Milliyeciden bir sürü insan tevkif edilmiş, Bekirağa bölüğünde birleşip duruyordu. Fazla olarak İngilizler de tevkifler yapıyor, onlar da bir oteldeki tevkifhaneleri ile Galata yangın kulesindeki tutuklulara akla gelmedik eziyetler, işkenceler reva görüyorlardı. 

Hala suçlarını bilmeyen gazete çalışanları, Divan-ı Harb heyetinin kapısında saatlerce bekledikten sonra nihayet içeri alındılar. Aksi, kara suratlı, parlak paşa üniformalı, ters görünüşlü bir adam gazetecileri baştan aşağı süzdükten sonra birdenbire şöyle gürledi:

“- Sizi melunlar sizi! Padişah haini Mustafa Kemal’in resmini basarsınız ha? Diye çıkışmaya başladı. Gazeteciler hayretler içinde dona kaldılar. Evvela o zamana kadar Mustafa Kemal’in bir fotoğrafını dahi görmemişlerdi. Gazete çalışanları şöyle yakınıyorlardı: “Biz Mustafa Kemal’in resmini görmüş olsak bile basamazdık, halbuki herif verip veriştirip duruyor. Ne nankörlüğümüz ne padişah hainliğimiz ne Halife düşmanlığımızı bırakmıyorlardı. Meğer gazete ressamının İhsan Latif Paşa’nın tefrika yazısında çizilen başı kalpaklı temsili resim Mustafa Keml Paşa’yı andırıyormuş. O sıralarda Kuvay-i Maliyeciler kalpak giyiyorlardı, onun için Mustafa Kemal’e benzetilen kapaklı resimlerle Mustafa Kemal propagandası yapıyorlar iddiası ile padişah düşmanı, idam mahkûmu diye suçlanıyormuş. Mustafa Kemal’in fotoğrafını dahi görmediğimiz gibi çizilen o kalpak Kuvayi Milliyecilerin kalpağı değil, Rus kalpağı idi”. 

 İşkal yıllarında tüm gazeteler sansür heyetinin kontrolünden geçiyordu. Adı geçen kalpakla ilgili tefrika yazıları sansür heyetinin kontrolünden geçtiği ve her nüsha kontrolünde sansür heyetinin imza ve kaşesi olduğu için gazeteciler paçayı kurtarıyorlar. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Kaynak: Mütareke yıllarında İstanbul Ahmed Cemaleddin Saraçoğlu İstanbul 2009 sf. 104-106

Sizi Örtülü Ödenek Harcamaları Dahi Kurtaramayacaktır
Yazı başlığındaki örtülü ödenek nedir?


5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanunu diye bir kanunumuz vardır. 


Bu kanunun amacı; kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili,  ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını,  hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere,  kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini,  kamu bütçelerinin hazırlanmasını,  uygulanmasını,  tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini,  raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir.  


Bu kanunun 24. maddesiyle örtülü ödenek adıyla bir harcama kalemi ihdas edilmiş ve bu örtülü ödenek harcamaları, bu kanunun denetimi ve kapsamı dışında tutulmuştur. 


Örtülü ödenek;  ilgili yasanın 24. maddesinde,  “kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri,  Devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri,  siyasi,  sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Devlet ve Hükümet icapları için kullanılmak üzere Cumhurbaşkanlığı bütçesine konulan ödenektir.  Kanunlarla veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine de örtülü ödenek konulabilir.  Örtülü ödenek,  bu amaçlar dışında,  Cumhurbaşkanının ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare,  propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılamaz.  “şeklinde tanımlanmıştır. 


Yine aynı kanun aynı 24. maddesine göre;  örtülü ödeneklerin kullanılma yeri,  giderin kimin tarafından yapılacağı,  hesapların tutulma ve kapatılma yöntemi,  gideri yapanın değişmesi halinde yeni yetkiliye hangi belgelerin aktarılacağı Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir. 


Uzun lafın kısası; kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ve devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili olarak, yasada sayılan çok istisnai ve sınırlı amaçlarla kullanılması gereken, Cumhurbaşkanı ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare, propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılması yasak olan bu örtülü ödenek; tamamen,  Cumhurbaşkanının göreve başlarken namusu ve vicdanı üzerine yaptığı yeminine sadık kalıp kalmadığının teminatına bağlanmıştır. Bu örtülü ödenek harcamalarını yapıldığı yerler gizli olup, bu ödenekten yapılan ödemeler denetim dışıdır, ödemelerin yapılacağı yerleri,  Cumhurbaşkanı tek başına kendi vicdani sorumluluğu altında belirler, yine bu ödenekten yapılacak olan harcama ve giderin kimin tarafından yapılacağını da Cumhurbaşkanı belirler, yapılan ödemelerin hesaplarının tutulması, gideri yapanın değişmesi halinde gideri yapacak yeni yetkiliye hangi ödeme belgelerinin aktarılacağı,  Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir. 


Görülüyor ki; adından da anlaşılacağı üzere,  örtülü ödenekten yapılan sır niteliğindeki harcamaların üzerinde,  kalın ve gizli bir örtü mevcut olup, bu nedenle denetimden ve hesap vermekten tamamen muaf olan örtülü ödenek harcamaları;  Cumhurbaşkanı ile onun belirleyeceği sırdaşı niteliğindeki gideri yapacak olan kişinin insaf ve vicdanlarına emanet edilmiştir.  


Bu bilgilerin ışığında gözlemlediğimizde;  22 senelik AKP iktidarı döneminde,  örtülü ödenekten yapılan harcamaların,  her geçen sene ve özellikle seçim dönemlerinde ve 31 Mart yerel seçimlerini yaklaştığı son aylarda,  katlanarak inanılmaz oranda artması, Cumhuriyet tarihimizin hiçbir iktidar döneminde rastlanmayan anormal miktarlara ulaşması,  bize göre dikkat çekicidir. 


Seçim kazanmak, iktidardan uzaklaşmamak, koltuğunu bırakmamak için meşru veya meşru olmayan her propaganda metodunu kullanmaktan çekinmeyen, kumpas videolardan dahi medet uman, göreve başlarken mecliste namusu ve vicdanı üzerine yaptığı,  yasalara ve anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine sadık kalmadığının çokça örneklerini veren ERDOĞAN; umuyoruz ki, kendisinin vicdanına emanet edilen propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılması yasak olan örtülü ödenekten,  seçmen tabanı oluşturmak adına harcamalar yapmamıştır. Bir Türk vatandaşı olarak buna inanmak ve güvenmek istiyoruz. 


Bu inancımız ve beklentimiz hilafına,  örtülü ödenekten,  ilgili yasaya aykırı olarak,  siyasi propaganda amaçlarıyla harcamalar yapılmış olsa dahi, 31 Mart yerel seçimlerinde, en başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere,  ERDOĞAN ve partisi AKP'nin adayları asla kazanamayacak, koşulları tamamen iktidarın lehine, muhalefetin ise aleyhine olan yerel seçimlerden,  muhalefet adayları başarılı çıkacaktır, kimsenin şüphesi olmasın.


16/03/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Dünya Emekçİ Kadınlar günü münasebetiyle 08/03/2023 de yazıp yayınladığımız yazımızı, 08/03/2024 Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle aşağıda aynen yayımlıyoruz. Tüm kadınlarımıza kutlu olsun. 08/03/2024 Güner YİĞİTBAŞI

Dünya Emekçi Kadınlar Günü Tüm Kadınlarımıza Kutlu Mutlu Ve Selam Olsun
Bugün,  (8. Mart. 2023) Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür. 


Bu güzel ve çok özel gün, tüm kadınlarımıza kutlu,  mutlu ve selam olsun. 


Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,  8. Mart'ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü kabul etmiş olduğundan, her 8. Mart,  Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır. 

Dünya Emekçi Kadınlar günü deyince; benim aklıma, hemen ülkemizdeki ezilen, kocaları ve hatta bazılarının da babaları tarafından fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete maruz kalan, can güvenliklerinden yoksun, eğitim ve çalışma alanında,  siyasette,  erkeklerin çok gerisinde bırakılan kadınlarımız ve çocuk gelinler geliyor. 

Emekçi kadınlar deyince; sadece, bir işverene bağlı olarak ücretle çalışan ve bu çalışmalarını ev kadını olarak evlerinde de sürdüren kadınlar akla gelmemelidir. 

Bir işverene bağlı olarak işte çalışan kadınlarımızın yanında, sadece evlerinde çalışan ev kadınlarımız da;  bize göre,  emekçi kadınlarımızdır. 


Eşine ve çocuklarına,  hem de bila ücret,  hiçbir karşılık beklemeden, karın tokluğuna sosyal güvenceden yoksun olarak fedakarca bakan, çalışan, büyük emekler sarf eden kadınlarımızın da günüdür bugün. 


Ülkemizde;  kadınlarımıza verilen değeri,  daha doğrusu değersizliği, kadınlarımıza çok görülen ve  verilmeyen hak ettikleri değeri,  bir kadın yazarımız;  Duygu ASENA, “kadının adı yok” diyerek,  çok güzel ifade etmiştir. 


Gerçekten,  “kadının adı yok”sözü,  maalesef ülkemizde kadına verilen değeri, daha doğrusu değersizliği çok güzel ifade etmeye yetiyor ve artıyor da. 


Aslında anayasamıza bakıyoruz, anayasanın yasa önünde eşitliği düzenleyen 10.  maddesinde,  cinsiyet farkı gözetmeksizin, kadın ve erkek herkesin,  yasa önünde eşit oldukları yazıyor. 


Yüce ATATÜRK de,  kadınlarımıza verdiği değer nedeniyle, kadın ve erkeğin eşit yurttaşlar olduklarını topluma yaymak ve kadınlarımızı bu konuda bilinçlendirmek için, 5. Aralık. 1934 tarihinde milletvekili seçme ve seçilme hakkını,  demokrat geçinen çoğu Avrupa ülkelerinden çok daha önce kadınlarımıza tanımıştır. 


Ancak, din kurallarının ve çağ dışı geleneklerin hakim olmaya bugün dahi devam ettiği, laiklik ilkesinin içselleştirilemediği, laik eğitimin yaygınlaştırılamadığı, erkek egemenliğinin yok edilemediği ülkemizde, hala kadınlarımıza eksik etek gözüyle bakan, kadınlarımıza;  erkeklerle eşit kişi ve yurttaş olarak değil de, evde oturan, evde erkeğine hizmet eden,  erkeğinin cinsel arzularını tatmin eden ve onlara soylarını sürdürmeleri için erkek çocuk doğurmakla görevli bir dişi gözüyle bakan, kadınları erkeklerle eşit düzeyde görmeyen,  azımsanamayacak sayıda erkeğin, hatta kadının ve politikacıların bulunduğu,  üzücü olsa da,  inkar edilemez bir gerçektir. 


Asıl üzücü olan da; kadın ve erkek cinsiyet ayrımının,  insan hak ve özgürlükleri yönünden bir eşitsizlik yaratma amacına yönelik olmadığını, kadın ve erkek cinsiyet ayrımının,  iki cins arasında doğal ve işlevsel eşit bir iş bölümü olduğunu bilmeyen veya bilmek istemeyen erkekler yanında, bu gerçeği bilmeyen ve kendilerini karşı cins karşısında eşit haklara sahip bireyler olarak görmeyen, bu gerçeği kabullenmeyen ve erkeklerin kendi lehlerine  yaptıkları kasıtlı ayrımcılığa, yaratılan kadın ve erkek eşitsizliğine boyun eğip destek vererek,  kendi ayaklarına kurşun sıkan, kadın ve erkek eşitliğini toplumumuza yerleştirmeye çalışarak bu yolda çok mesafeler alan, kadınlarımıza  kişiliklerini kazandıran ATATÜRK'e sahip çıkamayan,  ATATÜRK'ü savunamadıkları gibi,  hatta eleştiren ve sevmeyen çok sayıda kadınlarımızın var olmalarıdır.  


Bu gerçekler karşısında,  özellikle kırsal kesimlerde, daha genç kız olmaya başladıkları andan itibaren ezilmeye, cinsel istismara, çocuk gelin olmaya, fiziksel, bedensel ve ruhsal şiddete, eğitimsizliğe maruz kalan kadınlarımızı konuşmaya, kadın erkek eşitliğini, kadın haklarını savunmaya daha uzun seneler devam edeceğiz maalesef. 


Bize göre, kadınlarımızın erkeklerle eşit bireyler olarak; ırz ve can güvenlikleri, eğitim ve çalışma alanındaki hakları, siyasi hakları, sosyal yaşamda hak ettikleri yere gelebilmeleri,  erkeklerle her alanda eşit haklara sahip olabilmeleri için; bu konuda erkeklerden bir çaba beklemeden,  bizzat kadınlarımızın kendileri, bilinçlenerek haklarına sahip çıkmaları, seslerini yükseltmeleri, örgütlenmeleri, özellikle kız çocuklarının eğitimlerine azami gayret sarf etmeleri, kendilerini erkeklere biat eden ve erkekler olmadan ayakları üzerinde duramayan kişiler olarak görmemeleri,  kendilerine öz güven duymaları, özellikle;  erkeklerin seks kölesi olmadıklarını göstermeleri, seks yaşamlarında erkeklerle  eşit ve aktif rol üstlenerek işe buradan başlamaları, büyük ATATÜRK'ün kurtuluş mücadelesini başlattığında,  Amasya Tamiminde açıkladığı gibi, nasıl ki; Milletin bağımsızlığını,  yine milletin kendi azim ve kararı kurtaracaksa ki;  kurtarmıştır,  kadınlarımızın haklarını da, bizzat,  yine kadınlarımızın azim ve kararları kurtaracak ve kadınlarımız erkeklerle eşit düzeye geleceklerdir. 


Bu duygularla, varlıklarından onur duyduğum, varlığımı borçlu olduğum anamın da hemcinsleri olan, Dünyadaki insanların yarısını oluşturan, diğer yarısı erkekleri de doğurarak Dünya'ya getiren;  ücretle bir işveren yanında çalışan ve/veya sadece evinde çalışan emekçi ve fedakar tüm kadınlarımızın,  Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü,  en iyi dileklerimle kutluyor, fedakar ve saygıdeğer  tüm  kadınlarımıza,  buradan selam olsun diyorum.  


Ayrıca, tüm kadınlarımızı,  bu özel günlerini neşe ve mutluluk içinde kutlamak üzere, barışçıl anayasal toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmaya davet ediyorum. 


08/03/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Recep Tayip Erdoğan’la Devlet Bahçeli bir zamanlar böyle atışmışlardı
Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet bahçeli şimdilerde “Cumhur İttifakı” ile birlikte birbirine öylesine bağlılar ki, Recep Tayip Erdoğan’ın 70 yaşına basması ile 70. Yaş gününde Devlet Bahçeli ona 70 tane gül çiçek gönderdiğini basına yansıyan bilgilerden öğrendik.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, doğum günü dolayısıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a 70 adet gül gönderdi. Erdoğan da Bahçeli'nin bu jestine “Devlet Bey nezaketini yine gösterdi, çok da zengin bir nezaket. Yaşımın miktarında güller gönderdi” sözleriyle karşılık verdi.

Bahçeli'nin 70 gül jesti sosyal medyada da gündem oldu...Recep Tayyip Erdoğan bu konuda şunları söyledi 

"Öncelikle devlet bey her zamanki o nezaketini, kibarlığını bir defa daha gösterdi. Zengin bir nezaket. Devlet Bey yaşım miktarınca gül gönderdi. Kendine has estetiği içinde olan bir kalem gönderildiğini söylediler. Bu süreci en güzel şekilde dayanışma içinde devam ettireceğiz.”

Bu dostluk ve samimiyetin bir de “Cumhur İttifakı’” nı oluşturmadan önce bunun ikisinin birbirini incitecek kadar eleştirmeleri ve atışmaları var. Halen bilgisayarımızda saklı olan bir videodan kayda aldığımız tespit edebildiğimiz bu atışmaları ve taşlamaları buraya alıp size sunmak istedik. İkisi birbirini şöyle eleştiriyorlardı:

Recep Tayip Erdoğan’la Devlet Bahçeli bir zamanlar böyle atışmışlardı

Recep Tayyip Erdoğan (RTE) “: “Sayın Bahçeli günaydın, gerçekten acınacak bir halin var. Gördüğün zaman içi dolgun bir melek zannedersin. MHP’yi küçülten bu adamla bir yere varamazsın, MHP’nin genel başkanı olan bu zat usta özürlüsün.

Devlet Bahçeli (DB): “Erdoğan aklıyla arasını açmış, klinik bir vaka haline gelmiş.”

RTE: “Milliyetçiyim diyen MHP Genel Başkanı bu milletin hedefinden nasiplensin, bu milletin adabını öğrensin. Önce haddini bileceksin, bir taraftan da milliyetçi ayaklarına takılacaksın. Irkçılık yaptınız, kavmiyetçilik yaptınız, kabilecilik yaptınız, şeytani olan işleri yaptınız”.

DB: “Senin yaptıklarını ancak iblis bilecektir”

RTE:” Kimse bizim karşımıza Türklükte de çıkmasın, biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız”.

DB: “Sayın Kandil yetiştirmesidir ya Kürk düşmanıdır ya Türk düşmanıdır.”

RTE: “Ey Bahçeli bunları ispat edemezsen sen alçaksın, adisin”.

DB: “Alçaksın ve şerefsizsin”.

RTE: “Bunu ispat edemezsen alçaksın, namertsin. MHP’nin başındaki beyefendi, aile nedir bilmez, onun böyle bir derdi yok, çoluk nedir çocuk nedir bilmez”.

Recep Tayip Erdoğan’la Devlet Bahçeli bir zamanlar böyle atışmışlardı
RTE: “Sen Cumhurbaşkanı olmanı geçtik de nasıl bir insansın”.

DB: “Evlenmemiş olabilirsin ayrı bir mesele, ama sen ailenin kadrini kıymetini bilmezsin. Bu adam siyasette çırak bile olamadı, olamayacak da. Genel Kurmay Başkanımızın atılacak tırnağının bir paresi dahi olamazsın”.

DB: “Sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş, hurdaya çıkmış”.

RTE “Ağzından salyalar akıyor, ey Bahçeli sana da sesleniyorum, bildim bileli o koltukta oturuyorsun, hiçbir işe yaramadın yavu”.

DB: “Bir tek oyum vardır, onu da vereceğim, verdiğim evet oyunu referandumda da tekrarlayacağım”.

Başka bir gün Devlet Bahçeli, R. T. Erdoğan için şunları söyledi:

DB: “25 Aralık AKP’nin aile boyu yolsuzluk ve hırsızlık bataklığına saplandığını gösteren bir milattır. Ankara’da hırsız vardır, hırsız iktidardadır”.

RTE: “Sen bunları ispat edemzsen alçaksın adisin”.

DB: “Alçaksın şerefsizsin”.

RTE: “Namertsin”.

Bu konuşmaların bandı bilgisayarımda saklıdır.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Laik Cumhuriyetimiz İçin 3 Mart Gününün Önemi
T.C.Devletinin laiklik adına attığı adımın temel taşlarını oluşturan çok önemli devrimlerin gerçekleştirildiği bir gün olması nedeniyle;3 Mart gününün önemi çok büyüktür.


Bugün (3.Mart. 2024) 100.yıldönümünü yaşamakta olduğumuz 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen ve her biri devrim niteliğindeki;


429 Sayılı Yasayla, Şeri'yye Ve Evkaf Vekaleti(Osmanlı döneminde din hizmetleri ile beraber Vakıf hizmetleri için kullanılırdı. Aynı anlama gelen Şeriye ve Evkaf kelimelerinin bir araya gelmesi ile kurulmuş bir bakanlık olarak ifade edilebilir.) kaldırılmıştır.


430 Sayıl Tevhid-i Tedrisat(Öğretim Birliği) yasasıyla, öğretimin birleştirilmesi sağlanmış, medreseler kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır.


431 Sayılı Yasayla halifelik kaldırılmış ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti topaklarının dışına çıkarılması sağlanmıştır.


Bu yazımızda herbiri birbirinden değerli olan bu üç devrim yasamızdan, bugün uygulanmayan ve her yeri delik deşik edilen 430 Sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasasını, büyük bir üzüntü içinde gündeme getireceğim.


Öğretim Birliği Yasasının;

Diğer devrim yasalarımız gibi, Türk toplumunu, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini koruma amacını güden bir devrim yasası olduğu, Anayasanın 174.maddesinde açıkça belirtilmiştir.


Anayasamızın, devrim yasalarını koruma altına aldığı 174.maddesi;

Anayasanın hiçbir hükmünün; Öğretim Birliği Yasasının yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılıp yorumlanamayacağını açıkça hüküm altına almıştır.


Başka bir anlatımla, Öğretim Birliği Yasası hükümlerinin; Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı olduğu şeklinde  anlaşılması ve yorumlanması, açıkça yasaklanmıştır. Tabir yerinde ise, Öğretim Birliği Yasasının hükümleri; kurallar hiyerarşisinde, Anayasa hükümlerinden de üstün tutulmuştur.


Bir devrim yasası olan 3.3.1924 tarih ve 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasının; 


1.maddesi ile Türkiye dahilindeki bütün ilim ve öğrenim müesseseleri Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış,


2.maddesi ile Şer’ iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler, Milli Eğitim Bakanlığına devir ve bağlanmış olup,


4.maddesi ile de, Milli Eğitim Bakanlığının, yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere, üniversitede bir ilahiyat fakültesi kurması, imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi için ayrı mektepler açılması öngörülerek,

Dini eğitim ve öğretim; yüksek din uzmanları ile imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi amacıyla ve bu amaç ve ihtiyaçla sınırlı sayıda açılacak olan, ilahiyat fakültesi ve bir meslek okulu olan imam hatip okullarıyla sınırlı tutulmuş, öğretim laikleştirilmiş ve bu suretle, Türk toplumunun, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkması ve laik devlet düzenine kavuşmasının önündeki engellerin kaldırılması amaçlanmıştır.


Anayasamızın 42.maddesi uyarınca da; eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılır ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz,


Üzülerek söylemek gerekirse; dini eğitim ve öğretimi kaldırarak, eğitim ve öğretimi laik hale getiren ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini korumak amacı taşıyan Öğretim Birliği Yasası, bugüne kadar, amacı doğrultusunda tam olarak uygulanamamıştır. Hatta, fiilen yürürlükten kaldırılmıştır. 


Dini siyasete alet ederek, oy toplayıp, siyaset’ en kolayca bir yerlere gelmek isteyen din simsarı politikacılarımız ve siyasal iktidarlar;


Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesini açıkça ihlal ederek, 4.maddenin amacına aykırı şekilde, sayıları itibariyle, din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesine yetecek seviyelerle sınırlı kalmayıp, toplumun din adamı ihtiyacını fazlasıyla aşan sayıda imam hatip okulları açarak ve bu okulları, zaman içinde, lise haline getirip, mezunlarına da, genel liseler mezunları gibi, her dalda yükseköğretim kurumlarına girme hakkı tanımak suretiyle;


Dinin; emredici, yasaklayıcı ve değişmez dogmatik katı kuralarına göre yetiştirilen anti laik, dindar ve kindar, cumhuriyetin temel ilkelerine ve kuruluş değerlerimize, kurucumuz ATATÜRK'e düşman bir kitlenin oluşumuna neden olmuşlardır.


Gerçekten, bugün ülkemizdeki imam hatip liselerinin ve mezunlarının sayılarına bakıldığında, bu sayının, imamlık ve hatiplik gibi, dini hizmetlerin ifasıyla görevli memur ihtiyacının çok üzerinde olduğu görülecektir. İmam hatip lisesi mezunlarının tümünün, din hizmetlerinde çalışmadıkları, İslam dininin kurallarına göre, imam ve hatip gibi, bayan din hizmeti görevlisi olmadığı halde, kız çocuklarının devam etmeleri için dahi, kız imam hatip liselerinin açıldığı dikkate alındığında;


Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğuna ilişkin Anayasamızın 2.maddesine, eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacağını ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılamayacağına ilişkin 42.maddesine ve 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasının 1,2 ve 4.maddelerine aykırı bir uygulamanın yürürlüğe sokulduğu, bütün çıplaklığı ile  ortaya çıkmaktadır.


Tüm Anayasal ve yasal engellere rağmen, böyle bir uygulamanın yürürlüğe sokulmasında, hala iyi niyet aramak, saflığın da ötesinde, açık bir aymazlıktır.


Bizler; sabırla, Öğretim Birliği yasasının uygulanarak,  imam hatip liselerinin, Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesindeki sınırları içine çekilerek, sadece din adamı yetiştiren meslek okulları haline getirilmesini ve miktarlarının da, ülkemizin din adamı ihtiyacına göre azaltılarak, ihtiyaç fazlası imam hatip liselerinin, diğer dallardaki meslek liselerine dönüştürülerek, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğine gönülden bağlı, laik genç nesillerin yetişmesinin önündeki engellerin  kaldırılmasını beklerken, dünleri dahi arar hale gelmiş ve İmam Hatip Liselerine olan ilgi ve tercihin istedikleri düzeyde olmadığını gören iş başındaki Saray İktidarının ve emrindeki Diyanet İşeri Başkanlığının ortaklığıyla yapılan ve uygulamaya konan sinsi programlar ve Milli Eğitim Bakanlığıyla yapılan portakallarla; din adamları, laik okullarımızın öğretim kadrolarına dahil edilmişler ve genç beyinler; küçük yaşlarda dinin ve dini eğitimin; emredici, yasaklayıcı ve değişmez dogmatik katı kuralarına esir edilmiştir.


İşin en kötüsü ve korkuncu da nedir, biliyor musunuz?


Unvanlarının  başında Cumhuriyet bulunan Cumhuriyet Savcılarımızın;, anayasamızın koruması altındaki bu devrim yasalarının delik deşik edilmesine, uygulanmamasına ve Laik Cumhuriyete yönelik karşı devrime ve saldırıya  geçenlere karşı sessiz kalmalarıdır.


3/Mart/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Şarap Mahzende Yıllanır Gümrükte Aklanır
İş başındaki saray iktidarı dindardır!


Dinin yasakladığı faize ve alkollü içkiye karşıdır!


Gerçekten öyle midir?


Bize göre, iktidarın ne dindarlığı ve ne de dinin yasakladığı faize ve içkiye olan karşıtlığı asla samimi değildir.


Faize ve alkollü içkilere olan karşıtlığı pragmatiktir.


Saray iktidarı için önemli olan, iktidarını sürdürmek için gerekli oy desteği ve hazinenin kasasının doluluk oranıdır.


Seçmenin oy desteğinin sağlanmasının yolu, ülkemizde  büyük çoğunluğu temsil eden dindar kesime dinen şirin gözükmek için dinin yasaklarına uyan bir iktidar görüntüsü vermek, faize ve içkiye karşı sözde bir tavır almak, işine geldiği zaman ekonomi kurallarına aykırı olarak nas var demek suretiyle faizi indirmek, din ve vatandaşlarının sağlıklarını korumak adına içki kullanımını kısıtlamak amacıyla içki üzerinden alınan vasıtalı vergileri sürekli artırarak içki fiyatlarını yükseltmektir.


İçki üzerinden alınan vasıtalı vergilerin yükseltilerek içki fiyatlarının sürekli artırılmasının gerekçesi; gerçekten, dinen yasak olması ve vatandaşların sağlıklarının koruma altına alınmasına yönelik bir duyarlılık mıdır?


Tabii ki değildir, İktidarın bu konuda ne dini ve ne de vatandaşlarının sağlıklarının korunması konusunda en küçük bir düşünce ve endişesi yoktur.


Saray iktidarının; içki üzerinden yüklü miktarda ÖTV ve KDV gibi vasıtalı vergiler alması ve bu vergileri her yıl sürekli olarak birden çok artırması, gerçek kazancı vergilendiremediği için, adil olmayan vasıtalı vergilerle hazinenin kasasını doldurmak, iktidarda kalmak için seçmen tabanına yağdırdığı devlet yardımlarına, sadaka dağıtarak iktidarda kalma politikasına finans sağlamaya yöneliktir.


Bu görüşlerimizin en önemli kanıtı da, ülkemize ithal edilen şarapların gümrük vergisinin sıfırlanması kararıdır.


Bu ülkeye şarap ithali çok mu elzemdir de, siz şarap ithalatından aldığınız gümrük vergisini sıfırlayarak şarabın ithalini kolaylaştırıyorsunuz?


Hani şarap dinen yasaktı ve vatandaşlarımızın sağlığına zararlıydı ve bu nedenle yurt içinde  şarap ve benzeri içkilerin satışı ve kullanımı üzerinden alınan vasıtalı vergileri sürekli artırarak kullanımlarını zorlaştırıyordunuz?


Siz samimi ve iyi niyetli değilsiniz kardeşim.


Şarap ithalinden gümrük vergisi almayacaksınız, sıfır gümrükle gelen şarapların iç piyasada  satışı üzerinden alacağınız fahiş vasıtalı vergilerle daha fazla kar edeceksiniz, şarapları gümrüksüz ithal eden yandaşlarınız da, siz de kazanacaksınız.


Kaybeden de, sizin; dindar ve vatandaşlarının sağlıklarını düşünen iktidar olduğunuzu zannederek bu şarapları fahiş fiyatlarla tüketen gariban vatandaşlarımız olacaktır.


29/02/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget