Haber Güncel

Son Konular
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

23 Nisan'ın Anlamı Ve Önemi
Her 23 Nisan gününde; 23 Nisan 1920 tarihinde ATATÜRK tarafından açılan ve günümüzün,  hukukun üstünlüğüne dayalı laik ve modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna, saltanat ve halifeliğin kaldırılışına giden yolun ilk durağı olan, devrim yasalarını çıkaran Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun yıldönümünü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak, büyük bir coşkuyla kutluyoruz. 


23 Nisan 2024 Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 104. yıldönümünü kutladığımız tarihi ve anlamlı günlerimizden biridir. 


Her 23 Nisan günlerinde kutladığımız bu bayram; ATATÜRK tarafından çocuklara armağan edilmiş ve bu nedenle adında çocuk bayramı sözü varsa da; bu bayramın asıl anlam ve önemi;  saltanatın ve halifeliğin reddedilerek,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulup açıldığı ve egemenliğin, kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun kabul ve tescil edildiği kutlu günün 104. yıldönümü olmasıdır. 


Dünyada, yarının büyükleri olan çocuklara armağan edilen ilk ve tek bayram olmasının da,  ayrı bir anlamı ve önemi bulunmaktadır. 


Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; önceki yıllarda 23. Nisan gününü, salt çocuk bayramına indirgeyerek, bu günün anlam ve önemini hafife alması ve bu günü,  ATATÜRK'ü kabrinde ziyaret edip onu anmayarak, egemenliğin tecelligahı Türkiye Büyük Millet Meclisindeki özel oturuma katılmayarak, Türkiye Büyük Millet  Meclisinin bulunduğu devletimizin başkenti Ankara dışında, İstanbul ilinde çocukça ve çocuklarla, alternatif bir törenle kutlaması,  egemenliğin asıl sahibi, oylarıyla kendisini Cumhurbaşkanı olarak seçen Türk Milletine ve onun iradesine büyük bir saygısızlıktır. 


ERDOĞAN'ın bu bilinçli tavrı; milli iradeyi, milletin egemenlik hakkını yok saymak, reddetmek, egemenliğin millete ait olduğunu inkar etmek, kaldırılan saltanatın  hortlatılarak, Osmanlıda olduğu gibi egemenliğin tek başına kendi uhtesinde olduğunun dolaylı olarak ifadesidir. 


104. Kuruluş yıldönümünü kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bir diğer önemi; ülkemizin emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşına karargahlık yapmış olması ve bu savaşın yönetilmesi ve kazanılmasında oynadığı etkin rolüdür. 


Bu nedenle; 1920 ve 1930'lu  ATATÜRK döneminin, ATATÜRK devrimlerinin gerçekleştirildiği,  Cumhuriyetin ilan edildiği, saltanatın ve hilafetin kaldırıldığı yılların Türkiye Büyük Millet Meclisine,  Gazi Meclis denilmektedir. 


Burada yeri gelmişken tekrar belirtmekte ve altın çizmekte fayda görüyoruz.  Özellikle,  AKP'nin iktidara geldiği yıllardan günümüze kadar geçen geçen süre içinde,  her görüşün temsil edilmesi gereken çoğulcu demokrasiye son vererek demokrasiyi çoğunluğun iradesine indirgeyen ve çoğunluğun iradesini mutlak ve üstün gören, meclisteki çoğunluğuna dayanarak,  muhalefeti yok sayıp,  sadece kendi çoğunluk iradesini hakim kılan,  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getirerek Meclisi işlevsiz kılan, FETÖ denilen terör örgütünü bilinçli bir şekilde devletin kurumlarına yerleştiren, aynı menzile doğru beraberce yol alırlarken illegal FETÖ paralel yapı ile ihtilafa düşen AKP ve onun lider ERDOĞAN'ı devirmeye yönelik,  2016 Fetö darbe girişimi sırasında bombalanan günümüzün işlevi tamamen yok edilen ve içi boşaltılan Türkiye Büyük Millet Meclisine,  gazi meclis denilmesini şiddetle reddediyoruz. 


Bu ülkenin tek gazi meclisi vardır ve o da; kurtuluş savaşına karargahlık yapan, savaşın kazanılmasında etkin bir rol üstlenen, sonrasında Cumhuriyeti ilan eden, saltanatı ve hilafeti kaldıran,  kararların alındığı, çıkardığı yasalarla ATATÜRK devrimlerine imza atan,  1920 ve 1930'lu ATATÜRK döneminde faaliyet gösteren,  Türkiye Büyük Millet Meclisidir. 


FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında 15. Temmuz.  2016 günü gecesi bombalanan meclisin bombalanma nedeni, iktidardaki legal ve meşru yönetim ile devlet kadrolarına yerleştirilen illegal ve paralel yönetim arasındaki güç ve iktidar mücadelesi ve  kavgası olup, meclisin bu yüz kızartıcı nedenle bombalanmasından bir gazi meclis sonucu ve efsanesi asla çıkarılmamalıdır.  


Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan ve kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olan ulusal egemenliğin en önemli erki olan yasama erkini,  Türk Milletini temsilen onun adına kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104. kuruluş yıldönümünü;  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında Türk Milletine dayatılan ucube sistemin,  yüce meclisi işlevsiz bırakması, yasama yürütme ve yargı yetkisini tek adamda toplaması,  milletin egemenliğini reddetmesi  nedeniyle, bu sene de buruk bir şekilde kutlayacağız. 

Buruk kutlayacak olsak da; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, tüm ulusumuza ve çocuklarımıza kutlu ve mutlu olsun. 

Bizlere, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve bu bayramı kazandıran Yüce ATATÜRK'e ve tüm emeği geçenlere şükran ve minnetlerimizi sunuyoruz, hepsine Allahtan rahmetler diliyoruz, mekanları cennet olsun.


22/Nisan/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Olası Erdoğan Ve Özgür Özel Görüşmesi Ve Muhtemel Sonuçları
Yerel seçimlerden başarıyla ve birinci olarak çıkan,  birçok büyükşehir, şehir, ilçe ve belde belediye başkanlıklarını kazanarak yerel iktidarı eline geçiren CHP'nin yeni genel Başkanı Özgür ÖZEL'in; bir ezberi bozarak, ilk önce bayramda ERDOĞAN'ı arayarak bayramlaşması ve sonrasında,  önümüzdeki günlerde ERDOĞAN ile yüz yüze görüşme kararı alması ve bu görüşmeyi gerçekleştirecek olması, ülkenin karpuz gibi ortasından ikiye bölündüğü ve insanların  iki kutba ayrıştığı ve siyasetin had safhada gerginleştiği günümüzde, bu bölünmenin ve gerginliğin yumuşatılması adına çok isabetli ve yerinde bir karardır. 


Özgür ÖZEL'i,  bu siyasetçi olgunluğundan dolayı kutluyoruz. 


Dileriz bu görüşme;  ülkemizde genel, yani merkezi yönetimin başında olan  iktidar ile yerel yönetimin başındaki, yerel iktidarı kazanmış olan  ana muhalefet partisi CHP arasında,  ülke yararına bir işbirliğine vesile olur. Samimi dileğimiz budur. 


Ancak, ERDOĞAN'ın; 31 Mart seçiminden sonra çeşitli ortamlarda yaptığı,  kamuoyuna yansıyan konuşmalarından, 31 Mart yerel seçimlerindeki yenilgisini, CHP'nin seçim başarısını kabullenmediği, anayasal bir yönetim şekli olan yerel yönetimleri ve yerel iktidarı yok saydığı, ülkede tek bir iktidarın olduğunu, o iktidarın da genel ve merkezi yönetim iktidarı olduğunu, bu iktidarın sahibinin de, 14 ve 28 Mayıs seçimlerini kazanan kendisinin olduğunu savunduğunu görüyoruz. 


Anayasal bir gerçek olmasına rağmen,  yerel yönetimlerin ve yerel iktidarın  varlığını kabul etmeyen, ülke genelinde yerel yönetimlerin yüz de seksenini kazanan,  ülkenin insan sayısı ve ekonomisi olarak çoğunluğunu yerelde yönetme hakkını kazanmış bulunan CHP'nin bu başarısını ve yereldeki iktidarını içine sindiremeyen ve kabul etmeyen ERDOĞAN'ın;  bu kafa yapısı ve anlayışla,  Özgür ÖZEL ile yapacağı görüşmesinin,  ülkeye bir yarar sağlamayacağı, aslında, iktidarını ellerinde tuttukları yerel yönetimlerin, yani belediyelerin halka hizmet yarışında muhtaç oldukları kredi ve sair parasal kaynakların elde edilmesi ve bazı projelerin hayata geçirebilmesi için merkezi yönetimin,  yani ERDOĞAN'ın onayına ihtiyaç duyulmasından kaynaklı bir işbirliği arayışından dolayı zorunlu olarak ERDOĞAN ile yüz yüze  görüşmek isteyen CHP Genel Başkanı ÖZEL'in, özellikle bugün yerel yönetimler çalış tayında yaptığı güzel konuşmasında da açıkladığı gibi, CHP'nin yerel yönetimlerdeki olası başarılarını basamak yaparak,  2028 de yapılacak olan seçimlerde birinci parti olmayı hedefleyerek iktidara yürümekte olduğunu göremeyecek kadar akılsız olmayan ERDOĞAN'ın,  CHP ve Özgür ÖZEL'in bu iktidar yürüyüşüne izin vermeyeceği,  Özgür ÖZEL'in ülke yararına uzatmak istediği eli havada bırakacağı büyük bir olasılıktır. 


Açıkladığımız nedenlerle, ERDOĞAN Özgür ÖZEL'e randevu verecek ve makamında kabul ederek, basına poz verecek, KILIÇDAROĞLU'na karşı yaşayamadığı, Özgür ÖZEL'i ayağına getirme başarısını kazanan partili bir Cumhurbaşkanı olma hazzını yaşayacak ve bu görüşme bir protokol görüşmesi sınırları içinde gerçekleşecek ve kalacak, CHP'nin ve Özgür ÖZEL'in, yerel yönetimlerde başarılı olarak iktidara yürümesinin önünü kesmek için asla kalıcı bir işbirliğine dönüşmeyecektir. 


Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, her zaman olduğu gibi ülkenin yararını değil kendi iktidarının yararını ve  geleceğini önceleyecektir. Aksi, ERDOĞAN'ın siyaset anlayışının doğasına aykırıdır. 


Ancak, bu ziyaret kalıcı bir işbirliğine dönüşmese de, Özgür ÖZEL;  ben,  ülkemin yararını düşünerek elimden geleni yaptım,  elimi uzattım,  ancak,  ERDOĞAN uzattığım eli havada bıraktı deme hakkını kazanacaktır. Bu dahi,  Özgür ÖZEL ve CHP adına olumlu ve artı bir adım olacaktır.


20/04/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Halk otobüsünde rastladığım şampiyon
16 Nisan 2024 günü Kızılay’dan Batıkent’teki evime gitmek üzere bir özel halk otobüsüne bindim. Sakallı birinin yanındaki boş koltuğa oturup gazetemi açarak okumaya başladım. 

Bir süre sonra yandaki adama bir göz attım, aman Tanrım birden şaşırdım, adamın yanımdaki adamın iki eli dirsekten biraz aşağısından olmak üzere kolları yoktu. Adama birden, “aman Allah’ım senin ellerin nerede” diyerek adama şaşkınlığımı dile getiriverdim. Adının Hamid Demir olduğunu ve engellilerde dünya yüzme şampiyonu olduğunu öğrendiğim bu sakallı adama daha çok şaşırıp hayranlık duymaya başladım. Hemen okumakta olduğum gazeteyi bırakarak iki elleri olmayan esmer ve sakalı ile Hazreti Ali’ye benzettiğim bu şampiyona yöneldim. 

İki elleri doğuştan olmayan Hamid Demir, Ankara Yenimahalle ilçesi Gazimahalle’de oturuyormuş. Otobüs bu mahalleden geçtiğinden ve durağa yaklaştığımız için yaşamı hakkında daha çok bilgi almak için de telaşlandım. 32 yaşında Çalışma Bakanlığında çalışıyormuş, kendisine acele sormamla şunları anlatmaya çalıştı:

 “Yüzmeyle uğraşıyorum milli sporcuyum, 95 tane madalyam var, Londra’da birinci oldum. Yeni evlendim, 20 yıldır sporla uğraşıyorum”. 

Engelli halini kendimce sorgulamak için, hani derler ya “çok yakın akraba ile evlilikten doğan çocukların sakat olma olasılığı daha fazladır”, diye bir düşünce var; ona annenle baban yakın akraba mı idi, dedim. O şöyle yanıtladı:

“Doğuştan engelliyim, annemle babam yakın akraba değildi. Bu engelli halimin neden olduğunu bilmiyorum, araştırdık ama nedenini bulamadık. Benden sonra iki tane kardeşim var onlarda bir engel yok”. Durak yaklaştığı için ona kısa kesik kesik sordum, o da kısa kısa şöyle yanıtlar verdi:

“Dünya şampiyonu olan bir arkadaşım var o da engelli. 95 madalyam var, uluslararası ülkemizde olmak üzere. Eşim ev hanımı. Öbür kardeşlerim de herhangi bir engel yok. Çalışma Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü’nde çalışıyorum. İş ve işverenle ilgili alanda çalışmalarımız var.  Gazi mahallesinde oturuyorum, Gazi Yüzme havuzu bize yakın orada antrenman yapıyorum.  Günde iki üç antrenman yaptığımız günler oluyor, mayomuz kurumadan havuza girdiğimiz anlar oluyor. 

Çalışma Bakanlığında çalışan sakallı Hamid Demir’i otobüsün içinde ilk gördüğümde, muhtemelen bu imam, diye düşünmüştüm. Bu kara sakallı şampiyona, bu sakallı halinizle Çalışma Bakanlığında çalışırken, bir engel teşkil etmiyor mu, diye sorduğumda, “yo bir engeli yok” dedi. Kendi kendime sakallılar, tarikatçılar kamuda toplumda yönetim eliyle arttıkça Talibanlaşıyor muyuz yoksa diye aklımdan bir düşünce geçiverdi. 

Bu engelli halinizle kendinizi iyi yetiştirmişsiniz, diye sorduğumda şöyle dedi: “Anne babama çok teşekkür ederim, onların büyük desteğini gördüm. Yeteneklerimi keşfetmekte her zaman yanımda oldular, her zaman beni desteklediler; şükür Allaha işimden de yaşantımla da memnunum, engel bence insanların vücudundan ziyade kafasında düşüncesindedir.”

Durakta inmeden önce, önümüzdeki bir genç kıza cep telefonumu vererek şampiyon Hamid Demir’le bir fotoğrafımız çektirdim.

Elleriniz olmadığı halde telefonla nasıl konuşuyorsunuz, nasıl arama yapıyorsunuz, diye sorduğumda, iki eli de olmayan ve engelli dalında dünya şampiyonu olan 95 madalyalı Hamid Demir, telefonunu çantadan ite kaka çıkardı, iki odun parçası gibi duran kolları ile telefonunu bu iki kol arasına ve göğsüne dayayarak, kolun bir kemik çıkıntısından tuşlara dokundu ve telefonunu açtı. Onun ineceği Gazimahallesi’ndeki durağa geldiğimizden vedalaştık o durakta indi.  Maharetine şaşıp kaldığım bu şampiyonumuza başarılar diledim. 

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com




Doğuştan bedensel engelli, 29 yaşındaki milli yüzücü Hamit Demir, yaklaşık 11 yıldır süren profesyonel spor yaşamına 92 madalya sığdırdı.


Siyaset bilimi üzerine yüksek lisansını tamamlayan ve engelli bireylerin anayasal hakları üzerine çalışmalar da yürüten Demir, gelecekte Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çatısı altında milletvekili olarak mücadelesini sürdürmeyi hayal ediyor.


Hayatını birçok başarıyla zenginleştiren Demir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1992'de doğuştan engelli birey olarak dünyaya geldiğini, bunun kendisi için sadece bir farklılık olduğunu, bu nedenle de çok fazla üzerinde durmadığını söyledi. Demir, "Bu durumu kadın-erkek gibi cinsiyet farklılığı gibi bir başka farklılık olarak gördüm. Hepimiz birbirimizden farklıyız, ideolojilerimiz, yaşam tarzımız ve dünyayı algılayışımız her şeyimiz bir farklılıktan ibaret. Bedensel engelim de bunun gibi diğer bir farklılık olarak gördüm." diye konuştu.


Her zaman hayata pozitif yaklaştığının altını çizen Demir, "Neler yapamadığım değil ne yapabileceğim üzerinde durdum. 2015 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldum. Yine 2020 yılında da Hacıbayram Veli Üniversitesi'nde Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yüksek lisansımı tamamladım. Akademik kariyerime de doktora yaparak devam edeceğim." dedi.


Yüzme sporu ile 2010'da tanıştığını aktaran Demir, yaklaşık 6 ay içinde yüzmeyi öğrendiğini söyledi. Demir, ilk su ile tanıştığında kendini boğulacakmış gibi hissettiğini belirterek, şöyle devam etti:


"Adeta havuz kazan gibiydi ve benim için daha zordu. Çünkü, fiziksel anlamda bir sürü dezavantajım var. Yüzme, bir meydan okuyuş. Çünkü, yer çekimine meydan okuyorsun. Yüzmek, benim için hayatımın olmazsa olmazı. Başarı ve madalyalar da bu sevincin ekstrası oluyor. Çalıştım ve sonunda birçok madalyanın sahibi oldum. 2013 yılında ilk kez milli sporcu olarak Brezilya'da Türkiye'yi temsil ettim."


Bugüne kadar katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda çok sayıda başarıya imza atan Demir, "Bugüne kadar 92 madalya kazandım ve 25 kere de milli mayoyu giydim. Onun dışında da farklı müsabakalarda yer aldım." diye konuştu.


"En büyük amacım milletvekili olarak milletin meclisinde yer almak"

Sporun yanı sıra akademik hayatta da başarılara sahip olan Demir, topluma karşı herkesin sorumlulukları olduğunu ve buna göre yaşaması gerektiğini söyleyerek, sözlerine şöyle devam etti:


"Birikim ve tecrübelerin aktarımı çok önemli. Ben başardım ama benim gibi keşfedilmeyi bekleyen bir sürü engelli birey var. Bu tecrübelerimi onlara aktarmak istiyorum. Benim gibi engelli olan bireylerin hak mücadelesinde onların yanında olmak istiyorum. En büyük hayalim ve amacım, benimle aynı kaderi paylaşan kişilerin sözcüsü olmak ve milletin meclisinde yer almak. Onun dışında da doktora eğitimime devam etmek ve sahip olduğum birikimleri, zorlukları aktararak, başkalarının bu zorluklar karşısında nasıl baş edebileceklerini aktarmak istiyorum. Ben, bunun en canlı örneğiyim."


İlk aşamada, doktora sonrası üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmak istediğini dile getiren Demir, "En büyük amacım ise milletvekili olarak milletin meclisinde yer almak. Bunun dışında Sayın Cumhurbaşkanımızla görüşebilmek istiyorum. Kendisiyle konuşmak istediğim şeyler var. Uygun görürlerse görüşmeyi çok isterim." dedi.


Milli yüzücü, şunları kaydetti:


"En temel sorunlar, erişilebilirlik. Çünkü, tesislerin erişilebilirliği önemli. Bunun yanı sıra ehliyet ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Ulaşım büyük sıkıntı. Ben toplu taşımayı çok kullanamıyorum, çok zor oluyor. Ehliyete ilişkin yönetmelikte sorunlar mevcut. Bununla ilgili sorunlar aşılırsa çok mutlu oluruz. Erişilebilirlik herkesin hakkı, bunun pratik ve eylemsel olarak gerçekleştirilmesi gerekiyor."


Demir, engelli bireylere de şöyle seslendi:


"Yapabildiğiniz şeyleri keşfedin. Çünkü, hepimiz için hayatın bir başlangıcı ve bitişi var. Önemli olan bu başlangıç ve bitişte neler yapabildik. Bu çok önemli. Zorluklara takılıp köşeye çekilmek çok basit. Önemli olan zorlukları aşabilmek ve onlarla yaşayabilmektir. Bunun üzerine de bir şeyler ekleyip başarı elde edebilmektir. Herkesin bir potansiyeli var. Hayatın içinde yer alabilmek için birbirimize benzemek zorunda değiliz. Hepimiz, farklıyız ve toplumu zengin kılan şey de bu. Bu farklılığın bir parçası olarak potansiyelimiz ölçüsünde hayatın içinde yer almalı ve bir şeyler üretmeliyiz."


Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.


*

Paralimpik Milli Yüzücü Hamit Demir "İş'te Ben!" de bizlere en büyük başarının mücadele etmek olduğunu anlatıyor. 12 yıllık profesyonel yüzücülük yapan Hamit Demir, ulusal ve uluslararası alanda katıldığı yarışmalarda 95 madalya kazanarak ülkemizin adını dünyaya duyurmaya devam ediyor. Hep birlikte bu başarıyı içtenlikle kutluyoruz.


“yeni nesil” Laterna TV, entelektüel içerikleri eğlenceli hâle getirerek sunan dijital medya!


Hamit Demir:  

En Büyük Başarı Mücadele Etmek / İş'te Ben! - Paralimpik Milli Yüzücü 

2009 yılında yüzmeye başladım. 9 5 madalya aldım.

Kayıp Cüzdanım
Bu yazımda kaybettiğim cüzdanımla ilgili yazmak istedim. 

Yaşam Yokuşum adlı bir kitabım yayınlanmış, kitabımı isteyen eş dost yakınlarıma göndermek telaşı ile 1 Nisan 2024 günü, Zafer Çarşısı’ndaki yayınevinden yanıma her biri 500 sayfadan fazla beş tane kitabımı aldım, sırtımda çantam elimde kitaplar olduğu halde, Ulus Merkez PTT’den kitapları göndermek üzere Sıhhıye Köprüsünün altındaki duraklardan bir halk otobüsüne bindim. Elimdeki poşette ağır kitaplar olduğu halde boş bulunan en öndeki koltuğa zorlukla bindim. Yeni bir kot pantolon almıştım, panolunun arka cepleri pek derin değildi. Telaş ve yorgunlukla ve de zorlukla koltuğa bir iki ıkınarak bindim. Muhtemelen zorlukla bindiğim o koltuğa binerken cüzdanımı düşürdüğümü sanıyorum.

Ulus’a gelip PTT de kitap kolilerini torbalara konduktan ve adresler yazıldıktan sonra, ceplerimi bir aradım, cüzdanım yoktu. Cüzdanımda, kolileri gönderirken lazım olacak düşüncesi ile bir ATM den para çekmiştim, 500 lira civarında para, atmış beş üstü kartım, çeşitli banka kartlarım, kimliğim vardı. Cüzdanım kaybolduğu anlaşılmıştı, üzüntü içinde beri öte arandım, PTT memuru benim kitap kolilerimi bir yana itti, “geçmiş olsun parayı getir işlem yapalım” dedi.

Dışarı çıktım, üzüntüden ne yapacağımı bilemez halde, Posta Caddesinden yukarı doğru yürümeye başladım. Merdivenlerden aşağı indim, cami avlusuna doğru yöneldim. Şadırvanda abdest alanların yanındaki banka oturdum, yan bankta bir adam oturuyordu ona başımla selam verip oturdum ama ne yapacağımı ne konuşacağımı bilmez halde tanımadığım yanımda oturan adam kayıp cüzdanı anlattım. İçinde 500 civarında param, çok çeşitli kartlarım gitti. Adam “hiç para yok mu”, dedi.  Ben yok, dedim. Adam cebinden “şunu yol parası yap” diye cüzdanından 25 lira çıkarıp bana verdi. Ben telefon numaranı ver paranı ödeyeceğim, dedim. Adam geçmiş olsun, üzüldüm, vallahi olmaz, ben Allah rızası için veriyorum”, dedi. Adama teşekkür ettim, hemen metroya yöneldim, Batıkent’deki maaş aldığım bankaya gidip para alayım, kartlarımı iptal ettireyim diye üzüntü ve telaş içinde acele yürüdüm. 

Metroya geldim, 65 yaş üstü kartım yok, güvenliğe durumu üzüntü içinde “acele para almaya kartlarımı iptal etmeye gidiyorum” dedim. Görevli memur “geç” dedi ve metroya bindim. Batıkent’teki bankada kartlarımı iptal ettirdim, Ostim’de başka bir bankadan kartlarım vardı, onları da iptal ettirdim. Yanıma bir miktar para alarak cüzdan peşinde koşmaya başladım.

Ertesi gün, aradan üç dört gün geçmesine karşın, cüzdanımı kaybettiğim Sıhhiye Ulus arasında Opera’da bulunan Solmaz Kılıçtepe Polis karakoluna gittim. Bir ümit, oradaki polis karakoluna, bulunup verilmiş olabilir düşüncesi ile, kimliğimi, cüzdanımı, kartlarımı Sıhhıye Ulus arasındaki otobüslerde kaybettiğimi söyledim. Memur çekmeceyi çekerek beş altı tane para cüzdanı, bir tomar çeşitli kimlikler çıkarıp aramaya başladı. Benim gibi nice kimseler kimliklerini, cüzdanlarını kaybettiklerini gördüm. Demek ki, bir karakolda böyle ise, öteki karakollarda da böyle kayıp cüzdan ve kimlik vardır diye düşündüm.

Cüzdan ve kartlarımı kaybettiğimi oğlum Ümit Bülent’e bildirince, o hemen ilgili nüfus idaresinden ertesi günü randevu almış, sabahın 8.40ında randevu vermişler. Bu kimlik kayıplarında 300 lira alıyorlarmış, bir gün önce yatırdığımız 300 liranın dekontu ile Varlık Mahallesindeki nüfus idaresinde gittik. Orada on parmağın onunun da parmak izini alıyorlarmış; yaşım ilerlediği için benim parmak uçlarım düzleşmiş, memur bir türlü parmak izimi alamadı, yarım saatte zorlukla parmak izlerini alabildi.

Belki bulunur düşüncesi ile ilişikteki kayıp ilanını yazıp şoförlere verdim, belli noktalara yapıştırarak astım, şimdi kayıplarımı beklemeye başladım.

Dört gün içinde kimlik kartım gelince, banka kartlarını iptal edip yenilerini almaya başlayınca rahatladım. Ama öteki sosyal kurumlara giriş kartlarım da gitmişti. Muhtemelen cüzdanımı bulan kişi içindeki beş yüz lira civarındaki parayı alıp, kartlarımı da ya saklamış ya da çöpe atmış olabilir diye düşündüm. Çevreden bazı kimseler, “kartlarını polise tutanakla kaybettiğini bildir, gazeteye de “hükümsüzdür” diye ilan ver ki, senin adına kötü işlemler için bir delil olur” dediler. Bilmem sonuç ne olacak. İnanın para bir yana cüzdanın içindeki kartlarıma çok üzüldüm; temassız kartlarımla işlem yapılmaması için tüm kartlarımı iptal ettirdim, demek ki adam yani bulan kişi 500 lira civarındaki para için cüzdanımı tutmuştur.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Akşener Muamması
İYİ PARTİ serüveni zikzaklarla dolu olan ve  son yerel seçimlere tek başına ittifaksız  girerek ve ülkenin ana muhalefet partisini ve sevilen iki mensubu İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarını yerden yere vuran,  onları korkaklıkla ve hırsızlıkla suçlayacak kadar küçülen, partisi İYİ Partiyi yerel seçimlerde büyük bir hezimete uğratan ve bu hezimeti  göz göre göre davet eden  AKŞENER;  bu akıl almaz siyasi hatayı niçin yaptı diye herkes kafa yorarken; bendeniz,  AKŞENER'in bu politik zikzaklarını yeniden akıl ve muhakeme süzgecinden geçirdikten sonra, bir iddia sınırını aşmamak üzere,  sanırım kesin olmayan bazı sonuçlara ulaştım ve bu yazımda bu konuyu işleyeceğim. 


Meral AKŞENER yılların poltikacısı onu kimse acemilikle suçlayamaz. 


AKŞENER; İyi Partiyi kurdu ve zamanın CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun yerinde bir kararı ile CHP'den emanet olarak verdiği CHP milletvekilleriyle mecliste grup kurarak seçimlere katılabildi ve meclisteki yerini aldı. AKŞENER, CHP ve KILIÇDAROĞLU'nun bu jestinden çok memnun ve mutlu oldu ve sonucunda 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerine gidilen süreçte KILIÇDAROĞLU'nun ittifak çağrısına olumlu yanıt vererek,  oluşturulan altılı masanın CHP'den sonraki ikinci büyük partisi olarak masadaki yerini aldı. 


Altılı masanın ikinci büyük ortağı olan AKŞENER;  Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilen süreçte,  altılı masanın liderler toplantısının tümüne katıldı. Bu toplantılarda neler konuşulduğunun detaylarını tam bilmesek de,  bu toplantılarda konuşulanlardan,  AKŞENER'in; 14 Mayıs 2023 de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, altılı masanın lideri KILIÇDAROĞLU'nun Cumhurbaşkanlığına aday olmak istediğini anlayamayacak kadar geri zekalı olması,  asla mümkün değildir. 


Kaldı ki;  o süreçte,  KILIÇDAROĞLU birçok projesini ve seçimi kazandıklarında yapacaklarını medyadan açıkça kamuoyu ile paylaşıyordu. Seçildiğimizde şunu yapacağız bunu yapacağız demiyor,  sürekli birinci tekil şahıs konuşarak yapacağım edeceğim diyordu. 


Seçildiğinde yapacağını halkımıza deklere ettiği vaatlerinden en önemlisi neydi? bir hatırlayınız lütfen. 


Döviz cinsinden,  kar garantili olarak yap işlet devret yoluyla  yapılan, devletimizin hazinesine büyük yük olan,  fakir halkın vergilerinden toplanan paraların transfer edildiği,  tırnak içinde KILIÇDAROĞLU'nun beşli çete dediği iktidar yanlısı şirketlerden,  haksız olarak kazandıkları,  hazineden çaldıkları  418 milyar doları kuruşuna kadar çatır çatır geri alacağını vaat etmiyor muydu, kendisinden korkan beşli çete tabir ettiği şirketlerin aracılar koyarak kendisine ulaşmak istediklerini,  ancak buna izin vermediğini her vesileyle açıklamıyor muydu?


Açıklıyordu tabi. 


Özetlersek, KILIÇDAROĞLU açıkça söylemese de,  birinci tekil şahıs konuşarak,  seçilirsek şunu yapacağım bunu yapacağım diyerek,  Cumhurbaşkanlığına adaylığının yan ısıra, seçildiğinde, insanları heyecanlandıran ve  beşli çete denilen şirketleri ve iktidarı korkutan hazinenin çalınan 418 milyar dolarını geri alacağı vaadini, kararlı bir şekilde dillendiriyordu. 


Geri zekalı olmadığı kesin olan,  yılların politikacısı AKŞENER;  KILIÇDAROĞLU'nun eylem ve söylemlerinden,  kesinlikle cumhurbaşkanı adayı olacağını anlamış ve biliyor olmasına rağmen, bu adaylığa açıkça karşı çıkma cesaretini gösteremediği için, KILIÇDAROĞLU'nun adaylığını itibarsızlaştırma  stratejini benimsemiş ve hem kendisi ve hem de partisinin ileri gelen kendisine yakın mensuplarını devreye sokarak, her vesileyle seçilebilecek bir kişinin aday olması gerektiğini söyleyerek KILIÇDAROĞLU'nun seçilemeyecek aday olduğunu kamuoyuna yaymaya çalışıyor, KILIÇDAROĞLU'nun yerine, onu karşı çıkmasına rağmen ve CHP'nin içişlerine karışma pahasına,  CHP'nin mensupları olan İNAMOĞLU ve Mansur YAVAŞ'dan birinin Cumhurbaşkanı adayı olmasını açıktan açığa talep ediyordu. 


İş altılı Masada aday belirlenmesine gelip çattığında,  altılı masanın beş bileşeni parti,  KILIÇDAROĞLU'nun adaylığı üzerinde ittifak ettiklerinde, AKŞENER altılı masayı kumar masasına benzeterek,  ya tarih yazacağız,  ya da tarih olacağız diyerek,  çok ağır ve sert açıklamalar ve ses tonuyla,  altılı masayı devirerek altılı masadan ayrıldı. 


Olabilir,  AKŞENER altılı masadan ayrılabilir, ancak,  hiç gereği yokken babasını öldürmüşler gibi, bu şiddet ve ağır suçlamanın gereği var mıydı? Aslında, normal koşullarda,  bu şiddet ve ağır suçlamanın hiç gereği yoktu. 


Ancak, AKŞENER; altılı masanın ve lideri Cumhurbaşkanı adayı KILIÇDAROĞLU'nun yıpratılarak halk ve seçmen nazarında itibarsızlaştırılıp kesin olarak seçilmesinin önüne geçilmeliydi sanırım. 


Artık seçmen nezdinde altılı masanın ve KILIÇDAROĞLU'nun itibarı zedelenmiş ve onlara duyulan güven sarsılmıştı. 


Sonradan masaya dönülse de kırılan vazoyu, masayı tamir etmek mümkün değildi. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. 


Bu nedenle,  AKŞENER; devirdiği masaya dönmesinin hiçbir yararının olmayacağını bildiğinden, masaya dönermiş gibi yaptı ve yine KILIÇDAROĞLU'nun seçilemez bir aday olduğunu kanıtlamak ve vurgulamak  adına, İMAMOĞLU ve Mansur YAVAŞ,  masaya dönme karşılığında,  KILIÇDAROĞLU'nu ayakta tutacak Koltuk değnekleri olarak cumhurbaşkanı yardımcıları olarak altılı masaya monte edildi. 


14 ve 18 Mayısta seçimler iki turlu olarak yapıldı ama kırılan vazo yapıştırılamadığı için, koşulların tümü ERDOĞAN'ın aleyhine olmasına rağmen, ERDOĞAN seçimleri kazanarak, hakkı olmadığı halde, üçüncü kez ve anayasaya aykırı olarak Cumhurbaşkanı seçildi. 


KILIÇDAROĞLU'nun Cumhurbaşkanı seçilememesi; sanırım,  KILIÇDAROĞLU'nun;  tırnak içinde,  beşli çete dediği yap işlet devretçi şirketlere derin bir nefes aldırdı. 


AKŞENER'in;  sayesinde  kaybedilen seçimlerden sonra hırçın davranışlarına,  CHP'ye KILIÇDAROĞLU'na, bir zamanlar yere göğe koyamadığı,  KILIÇDAROĞLU'nun adaylığını engellemek ve itibarsızlaştırmak için kendilerini piyon olarak kullandığı, benim Cumhurbaşkanı adayım onlardır dediği İMAMOĞLU ve Mansur YAVAŞ'a yönelik ağır eleştirileri  ve hatta hırsızlıkla suçlaması gerçekten hayatın olağan akışına aykırı ve dikkat çekicidir. 


Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tüm yaşananları başından sonuna alt alta koyduğumuzda, özellikle KILIÇDAROĞLU'nun seçildiğinde yapacağını vaat ettiği hazineden nemalanan şirketlere kaptırılan 418 milyar doları kuruşuna kadar geri alıp hazineye kazandırılacağına ilişkin vaadini boşa çıkaran Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedilmesinin tüm günahlarını tek başına KILIÇDAROĞLU'na yıkan at gözlüklülerin,  seçimin kaybına biraz daha geniş bakacaklarını, AKŞENER'in;  CHP, KILIÇDAROĞLU, İMAMOĞLU ve MANSUR yavaşı ağır bir şekilde sebepsiz olarak eleştirerek ve partisini tek başına yerel seçimlere sokarak, kendisini ve partisini tarihin çöplüğüne atan siyasi intihar girişimini,  daha iyi ve objektif olarak değerlendireceklerini umut ediyoruz. 


Bu yazıda dile getirilen görüş ve yorumlar; her siyasinin, siyasete girerken göze alması gereken, eleştiri niteliğinde ve kesin kanıya dayanmayan, konuyu  okurların yorumlarına bırakılan, politik bir iddia ve değerlendirme olup, kimseye yönelik kesin bir suçlama,  itham ve yargısız infaz değildir.


08/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Avukatlar Günü
Bugün 5. Nisan. 2024 Avukatlar Günü. 


Her yılın belirli günlerinin,  vahşi kapitalizmin rant elde etmesi amacıyla paylaşılarak,  çeşitli isimler altında bazı özel günlere tahsis edilerek yerli yersiz kutlanmasına,  haklarını asla ödeyemeyeceğimiz,  şahsen ve toplum olarak kendilerine çok şey borçlu olduğumuz anne olsun veya olmasın tüm kadınlarımızı kapsayacak şekilde “Anneler Günü” kutlamaları dışındaki özel kutlama günlerine pek iltifat etmemekle birlikte;  demokrasinin ve tüm özgürlüklerin teminatı olan savunma ve hak arama özgürlüğünün hayata geçirilmesinin mümtaz neferleri,  uzun hakimlik ve savcılık görevinden sonra aralarına katılmakla gurur duyduğum,  yargının üç kurucu unsurundan bize göre en önemlisi olan savunma ayağının onurlu temsilcileri avukatlarımızın avukatlar  gününe de,  anneler günü gibi özel bir değer vermekteyim. 


Avukatlara verilmesi gereken önem ve değer, onların şahıslarına değil,  temsil ettikleri ve yerine getirdikleri savunmanın ve savunma hakkının  kutsallığından ve tüm özgürlüklerin teminatı olmasından kaynaklanmaktadır. 


Biz, yargının üç kurucu unsurundan,  iddia, savunma ve karar makamlarının tümünde oturan ve bu makamlarda görev yapan 54 yıllık bir hukukçu olarak,  diyoruz ki;  hakim olsun,  savcı olsun,  bir hukukçunun erişebileceği en üst ve son makam,  savunma,  yani avukatlık makamıdır.  


Bu nedenle,  sıfatı, makamı ve mevkii ne olursa olsun,  herkesin,  avukatlarımıza hak ettikleri değeri vermeleri,  savunma mesleğine saygı duymaları gerekir. 


Hiç dikkat ettiniz mi? Hakkında en küçük bir iddiada bulunulan herkes ‘in,  ilk önce kapısını çaldığı kişi avukatlardır.  Hatta,  suçlanan kişinin;  avukat, hakim ve savcı olması halinde dahi,  suçlanan o avukatın, hakimin ve savcının dahi,  kapısını ilk çaldığı kişi, bir avukat olmaktadır. Bu örnek dahi,  savunmanın ve avukatın önemini gözler önüne sermektedir. 


Peki,  ülkemizde savunma mesleğine ve bunu icra eden avukatlarımıza hak ettikleri gereken önem verilmekte midir?


Maalesef,  bu soruya olumlu bir cevap verebilmemiz mümkün değildir. 


Gerektiğinde Yüce Divanda yargılanan Başbakanların ve Bakanların dahi savunmalarını üstlenen avukatlara, daha dün diyebileceğimiz yakın tarihe kadar ülkemizde verilen değer,  üçüncü dereceden bir devlet memuruna verilen değerin dahi altındaydı. 


Bu örneği niçin veriyoruz? Niyetimiz üçüncü dereceden memura değer vermemek,  onu küçük görmek değildir,  yanılmıyorsak üçüncü dereceden itibaren,  3, 2 ve 1.  dereceye terfi eden devlet memurlarına, çok eski tarihlerden bu yana  yeşil pasaport verildiği halde,  avukatlarımıza;  yeşil pasaport dan yararlanma hakkı, mensubu olduğum İzmir Barosu dahil,  tüm barolarımızın ve Türkiye Barolar Birliğinin uzun yıllara dayalı uğraşıları sonunda,  hem de avukatların söz sahibi olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan bir yasa ile çok yakın tarihlerde tanınmıştır.  


Demokrasinin ilkelerini,  insan hak ve özgürlüklerini içlerine sindirememiş olan siyasal iktidarlar ve onların emir kulu olan emniyet güçleri,  avukatlarımızı,  bu ülkede potansiyel suçlu bir kitle olarak görmekte ve en küçük bir fırsatı yakalamaları halinde avukatlarımızı yerlerde sürükleyerek tartaklamayı kendilerine hak görmektedirler. 


Yargının üç kurucu unsurundan birisi olan ve avukatlarla birlikte görev yapan hakimlerimizin azımsanamayacak olan bir bölümü de;  maalesef,  savunma makamını ve avukatlarımızı,  görev yapmalarının önünde bir engel olarak görmekte,  savunma makamının hakkını vermeye çalışan ve üstlendiği görevi hakkıyla yerine getirmek,  maddi hakikate ulaşmak,  adil yargılanma hakkını hayata geçirmek için çırpınan ve yeri geldiğinde hakim ile hukuki tartışmaya girmek zorunda kalan avukatlarımızı,  duruşmanın huzurunu bozdukları uydurma gerekçesiyle,  dışarı atmakla tehdit edebilmekte,  genellikle buna cüret edemese de,  avukatlarımızın asaplarını bozmakta,  dikkatlerinin dağılmasına neden olmaktadırlar. 


Bunda,  bazı avukatlarımızın,  temsil ettikleri savunma makamının hakkını veremeyerek, gerektiğinde  hakim karşısında dik duramayışlarının da büyük katkısının olduğu,  inkar edilemez bir gerçektir. 


Şu anda avukatlık yapan bu satırların yazarı olarak,  duruşmalarda başımıza gelen yaşadığımız canlı olaylardan bir örnek verecek olursak;  ismi lazım değil, İzmir ilindeki bir ağır ceza mahkemesinde,  avukat olarak savunma makamını temsil ederken,  ihsası rey anlamında ve hatta reddi hakim koşullarını taşıyan,  tarafsız bir hakime yakışmayacak beyanlarda bulunan mahkeme başkanıyla haklı olarak girdiğimiz tartışmaya tanık olan tanımadığımız ve o anda farkına dahi varmadığımız bayan bir stajyer avukatın,  duruşmanın bitiminde arkamızdan yanımıza gelerek,  bizi tebrik edişini,  savunma makamının hakkını veren ve gerektiğinde mahkeme başkanıyla sert tartışmalara girebilen avukatlara pek tanık olmadığını beyan edişini,  savunma makamının hakkını ve itibarını koruyan ve uyarılarıyla mahkeme başkanına hak ettiği dersi veren bizimle tanışmak istemesini,  üzülerek de olsa burada açıklamak zorundayız. 


Hakimlerimiz,  hiç unutmamalı ve çok iyi bilmelidirler ki;  ülkemizde yok olma noktasına gelen,  yerlerde sürünen yargının bağımsızlığını,  demokrasinin ilkelerini,  insan hak ve özgürlüklerini savunan kuruluşlar ve kişiler;  barolarımız ve aydın sorumluluğunu taşıyan avukatlarımızdır.  Hakimlerimizin,  emekli olduktan veya istifa ederek,  oturdukları kürsünün,  avukata göre daha rakımlı koltuğundan indikten sonra ilk çalacakları kapı,  avukatlık ruhsatı talep etmek üzere,  Barolarımız olacaktır.  Yukarıda bahsettik,  hukuk mesleğinin zirvesi ve en tepe noktası avukatlıktır. 

Nereden nereye,  bir avukatlar gününden de yine uzun bir makale çıkarmış olduk. 

Yazacak ve paylaşacak daha çok sorun var ama,  tadında bırakarak,  yargının savunma ayağının mümtaz temsilcileri olan tüm avukatlarımızın;  yargının tüm sorunlarının çözümlendiği, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu günleri görmek arzu ve  özlemi içinde,  avukatlar gününü kutluyor ve herkesi,  daha ihtiyaç duymadan,  savunma hakkına ve avukatlarımıza sahip çıkmaya ve saygılı olmaya davet ediyorum. 


05/04/2024

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İzmir Barosu Üyesi Avukat

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget