Eğitim ve Yaratıcılık

Ulusal Eğitim Derneği’nin her hafta düzenlemiş olduğu konferanslardan “Eğitim ve Yaratıcılık” konulu etkinlik 28.04.2018 günü dernek salonunda yapıldı.

Eğitim ve Yaratıcılık
Ulusal Eğitim Derneği’nin her hafta düzenlemiş olduğu konferanslardan “Eğitim ve Yaratıcılık” konulu etkinlik 28.04.2018 günü dernek salonunda yapıldı. Salonda dinleyici olarak emekli öğretmenler ve akademisyenler bulunuyorlardı ve açıklamaları ilgiyle izlediler. Konuya ilişkin konuşma, eski politikacılardan, Türkiye Zekâ Vakfı Başkanı Emrehan Halıcı tarafından yapıldı.
İlgiyle izlenilen konuşmasında Emrehan Halıcı (özetle) şunları söyledi:
“-İnsan düşünen bir canlıdır, düşüncelerimizin temelinde daha iyi bir dünya hedefliyoruz. Kendimiz ve bütün insanlar için daha iyi bir gelecek istiyoruz. İnsan düşünen, daha iyi bir geleceği arzu eden bir varlıktır. Daha iyi bir dünya daha iyi bir eğitimle gerçekleşir. Eğitim herkes için şarttır.  
Önce kendi yakınlarımızın eğitiminin iyi olmasını isteriz. Dünya, medeniyet, teknoloji ilerledikçe birbirimize bağımlıyız. İlk çağlarda yaşıyor olsaydık başka insanlara bu kadar bağımlılığımız olmazdı;  yaşadığımız dünyada her an başkalarıyla iç içe vaziyetteyiz. Çevremizde temas etiğimiz insanlar da ne kadar eğitimli ona da dikkat ederiz. Başkalarının ürettikleriyle, yaptıklarıyla etkileşiyoruz. Eğitim sadece bizim için değil, başkalarının da kendimiz kadar iyi eğitim alması gerekir.
Eğitim hayata hazır sağlıklı bireyler yetiştiren bir eğitim sistemidir. Misyon, düşünme, anlama, araştırma, sorun çözme yetkinliği gelişmiş
, bilgi topluluğunun gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmış, milli kültür, demokrasi ve evrensel değerlerini içselleştirmiş, iletişime ve paylaşıma açık, sanat duyarlılığı ve becerisi gelişmiş, özgüveni, özsaygısı, sorumluluk adalet duygusu yüksek,  gayreti,  girişimci, yaratıcı yenilikçi, barışçı, sağlıklı ve mutlu bireylerin yetişmesine ortam ve imkân sağlamaktır. Ülkede hangi iktidar gelirse gelsin, iyi niyetli, bir konuda uzmanlık yapmış katkı sağlayabilecek üniversiteden, özel sektörden sivil toplumdan insanlar çağırılır, geniş görüşlülük kısmında çoğumuzun imza edebileceği metin. Ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi en yüksek olmasına karşın,   milli eğitimimiz saydığımız bu vizyonda insanlar yetiştirmiyorsa,  geleceğimizden kuşku duyuyorsak bunda hepimizin kusuru vardır.
PISA (Uluslar arası Değerlendirme Programı)  OICDİ tarafından yapılıyor. Yaklaşık 70-71 ülke buna katılıyor, 15 yaş grubundaki öğrencilerin üç alanda, okuma yazma, okuryazarlık, okuduğunu anlamaya dönük matematik okuryazarlığı birikimi ve fen ile ilgili birikimini ölçen değerlendirme programı. PISA nın 2009-2012-2015 yılları arasında 160 arasında 39. Suymuşuz. En son 72 ülke arasından 50. Sıradayız. Okuduğunu anlama beceri alanın 72 ülke arasında maalesef 50 sıradayız. Çok moral bozucu bir tablo, bu gençlerimiz bundan beş on sene sonra ülkenin yönetiminde kimisi, demin söylediğimiz o hizmetleri üreten, bizim ürünleri satan, eğiten kişiler olacak. Çocuklarımızın anlama seviyesi bu. Türkiye  atılım yapmak istiyor, ileri gitmek istiyor, ama bizden 50 ülke daha ileride, biz onlarla nasıl rekabet edeceğiz, okuduğunu anlama konusunda sıkıntı çeken gençlerimizle çocuklarımızla.
Matematiğe baktığımızda tablo değişmiyor, 65 ülkede 41.  imişiz., sonra 44 olmuşuz Son yılda 53.  Sıradayız.  Fen okuryazarlığımıza baktığımızda gene 57 den 45 e inmişiz, 65 den 42 ve 2015 de 72 ülke arasında 4. Sıradayız.  Bu tamamen bağımsız değerlendirmedir.
Bu olumsuz tablodan hepimizin sorumluluğu olması gereken bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Ülkeyi yönetenler, okullar, idareciler, öğretmenler, ailede anne baba hepimiz sorumluluk hissetmeliyiz. Yöneticiler daha çok sorumlu, gerçekleştirilmesi gereken reformları yeterince, kuvvetlice ve herkesi kavrayacak biçimde yapılmamasının ötesinde en büyük sorun, eğitimle ilgili sürekli programlar değiştirilmesi ile ilgili.  Çok sık yönetmelik, programlar değiştiriliyor. Bizde iktidar değiştikçe eğitim sistemi değişir, bakanlık değişiminde bile müfredat değişiyor, sınav sistemi değişiyor,  okulların adı değişiyor. Bu sık sık değişiklikler geri kalmamızın, yerimizde saymanın en önemli nedenlerinden biridir.
Köklü bir program yapıp herkesi kucaklayan, özgürlükçü, bilimci program yapılmalı.
Bu günkü tabloda özgürlükten bahsetmek mümkün değil, sınırlarla çevrilmiş durumda eğitim sistemimiz. Eğitim herkesin içinde var olan beceriyi ortaya çıkartan, onu geliştirmeye çalışan bir eğitim sistemi getirmeliyiz, eğitim sistemi, zekâya, beceriye, özgürlüğe açık bir sistem olmalı.
TÜM KEŞİFLER,  BULUŞLAR ÖNCE HAYAL EDİLEREK BAŞLANIR.
Hayal hepimizin sahip olduğu bir zenginlik ve zengin, fakir, yaşlı,  genç, güçlü, güçsüz hiç kimseye fark gözetmeksizin hayal hepimize eşit biçimde kapılarını açıyor. Yeter ki bunu değerlendirmeyi bilelim.  Tüm kâşifler, bilim adamları (Kristof Kolomb, Edison,  Jül Vern uzaya açılmaya),  hayal ediyorlar,  hayallerinin peşinde gidiyor,  hayalleri gerçek oluyor. Tüm buluş yapan bilim adamlarını düşünürseniz, bilimsel keşifleri yapanlar önce hayal ederek buluşlara ulaşırlar.
Sadece bilim alanında değil sosyal etkinlik ve davranışlarda da,  engin hayal gücü vardır. Mustafa Kemal’in kurutuluş ve medeni hayal gücü olmasaydı ülkeyi o karanlık günlerden yıllardan TC bu gün doğmazdı. Hayal daha sonra atılacak adımlar için çok önemli bir başkanlık aşamasıdır. Bütün büyük insanların, bilim adamlarının hayal gücünün ve zekânın ön planda olduğudur. Aynşatayn diyor ki, “zekânın gerçek göstergesi hayal gücüdür” diyor. Kişinin hayal gücü yüksekse onun zeki olması çok daha kolay olabilir.
Zekâ ve yaratıcılık, kavramlarla nesneler arasındaki ilişkiyi kavrayabilme, soyut düşüne bilme ve bu ilişkileri belli bir amaca dönük uygulayabilme yeteneği, çevreye, koşullara uyum yeteneğidir. Yaratıcılıkta nesneler ve kavramlar arasında ya yeni ilişkiler ortaya çıkartmak ya var olan ilişkileri yeni olanaklar tasarlayabilmek.
EZBERE ÖĞRETİM ÇOCUKLARIN YARATICILIĞINI ÖNLÜYOR.
Bizim yaşantımıza baktığımızda zekâya,  yaratıcı gücüne, hayal gücüne pek önem vermiyoruz Okul sistemimizde öğretmen ne öğretirse çocukların onu öğreneceği bir sistem var. Sınav teknikleri, test teknikleri, hazır formüller, formül bilirsen bu durum çocukların yaratıcılığını önlüyor. Bir çocuğa ne öğretiliyorsa onu tekrar eden kukla robot haline getiriyor insanlarımızı. Bazen üstün zekâdan bahsederiz ama günlük hayatta bu konuya önem vermediğimiz görülür. “Eski köye yeni adetler getirme, yeni icatlar uydurma, icat çıkarma,  Amerika’yı yeniden mi keşfedeceksin, dünyayı sen mi kurtaracaksın”  gibi bu tür ata sözlerimiz, insanı her şeyi olduğu gibi kabul etmeye iten, onların yeni bir şey yapması hevesini, motivasyonunu bırakın artıran tam tersi azaltan bir tablo var. Bu olumsuzluklarımızdan bir tanesidir. Bir değişimin olması gerektiğini söylüyorum. Bu değişim:
1-Öğretmen merkezli değil, öğrenci merkezli bir sistem, bir yaklaşım olması gerektiğini düşünüyorum. Her şeyi öğretmenden beklendiği, öğretmen neyi öğretirse bunu daha sonra sınavda geri vereceği bir yaklaşımın hiç ama hiç yararı yok. Öğrenciler kendi zekâ ve becerilerini ortaya koyabilmeliler. Öğretmen de onları anlayabilmeli, görebilmeli. Hangi konuda yeteneği varsa o konuda yönlendirmesi,  her konuda yeteneği yoksa her konuda yetenekli olmasını beklemek tabi ki doğru olmaz, ama onu aileyle, çevresiyle paylaşıp, kendisini o alanda geliştirebilmesinin önünü açan bir kılavuz olarak görmemiz lazım. Öğretmeye değil, öğrenmeye dayalı bir yaklaşımımız olması gerekir. Bize her şeyi birisi öğretsin diye beklemek, hazır öyle ilaç alan insanlar gibi, şimdi bile değişik pazarlama yöntemleriyle hayal satan insanlar var. Size bir hap vereceğim,  bunu yutunca yabancı dil öğreneceksin” diyene ve o hapı almaya hazır olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Hazır birilerinin verdiği hazır alacağı kendimizin bazı birikimler elde edebileceğimiz, dünyayı hem kendimiz için, hem çevremiz için hazır etmemiz lazım. Bu da öğretmek değil, öğrenmenin ön planda olduğu bir yaklaşımdır.
2- Öğrenim belli bir süre bittikten sonra, hayat o kadar değişiyor ki, okuldan mezun olduktan sonra, okul sırasındaki öğrendiğiniz bilgiler size yeterli olmuyor. Her an yanınızda bir öğretmen yok, öğretmen kendisidir insanın, öğretmen bir dost bir arkadaş, hele şimdi teknoloji, internet, bilgisayar vb bizim öğrenmemiz konusunda öyle fırsatlar sunuyor ki. Dolayısıyla öğrenmeyi bilmek, öğrenmenin kıymetini anlamak ve insan yaşadığı müddetçe, sağlığı elverdiği müddetçe ölünceye kadar öğrenebileceği çok şey olduğunu bilmek, öğrenmeden keyif almak çok önemli bir yaklaşımdır. Öğrencilerimize, “şuraya çalışın, şurayı ezberleyeyim sınıfımı geçerim, testte başarılı olursam üniversiteye girerim başarılı olurum” gibi sadece belli bir amaca dönük bir eğitim sistemi içerisinde olabildiğince az şey öğrenip bunu da zamanı geldiğinde kullanıp bir daha da unutma yaklaşımı içerisindeyiz. Bunu ben şiddetle eleştiriyorum. Öğrenmenin öğrenim hayatıyla sınırlı olmadığını, yaşam boyu öğrenmenin devam ettiğini söylüyorum. Öğrenme kavramı 15-20 yıldır dünyanın da gündeminde, her zaman, her yerde öğrenim için yeterli alt yapı bulunuyor. Alt yapı düzenli ve kolay olmalıdır ki her öğretmenin, her öğrencinin,  her yaştaki insanın kolayca her yerden erişebileceği bir öğrenim alt yapısının oluşturulması gerekir.
Yaşam boyu öğrenmenin, yaş ne olursa olsun önemli bir kavram olduğunu hatırlatmak isterim.
Bilgiye değil, beceriye odaklı bir eğitimin çok önemli olduğunu söylememiz lazım. Şu anki eğitim sistemi dünyanın birçok yerinde, maalesef bilgiye dayalı oluyor; bu eğitimin en önemli öğesi ezbere dayalı. Bilgi var, bu bilgiyi öğrenmek için ezberleyeceksiniz, sonra size bunu soracağım”. Hâlbuki bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki, başta internet, bunun yanında bilgi kirliliği de varsa da, doğruyla yanlış arasındaki farkı seçecek de insan beyni, insan zekâsı. İnsan beyni iyi çalışır ise, neyin doğru neyin yanlış olduğunu insan beyni zekâsı onu çözebilecek.
BECERİ, YETENEĞİMİZE, EĞİLİMİZE GÖRE EĞİTİM ALMALIYIZ.
Eğitim ve Yaratıcılık
Öğrenirken de öğreten kişi, okuduğunuz kitap doruları söyletmiyorsa yine ayrıca riskle karşı karşıyasınız. Dolayısıyla bilgiye ulaşmanın yolunun teknolojiden geçtiğini, teknolojinin çok iyi olanaklar sunduğunu bilmemiz ve bilgiden daha çok beceriyi ön plana çıkarmaya bir ön yaklaşım ortaya çıkarmamız lazım. Bu gün elinde çok sanatı olabilen, yeteneği olan, becerisi olan birçok gencimiz maalesef klişe bir yaklaşımla okumakta, kendisini üniversite sınavına sokmakta. Hatta üniversiteyi bitirdiği zaman, ileride yapmayacağı bir şeyi maalesef eğitimini görüyor,  hem kendi için zaman kaybı, hem ülkemiz için, millet için israf ve sonunda kendi de mutlu olmuyor, o mesleği yapmıyor, daha sonra belki o becerisi yeteneği neyse o beceriye dönen birçok insan tanıyor. Bu eğitim yönelmesi zamanında, gençliğin ilk yıllarında ilgiye göre yönlendirme olsa,  üniversitelerde gereksiz yığılma olmaz hem de başarılı olacak insanların kendi uzmanlık alanında kendi yeteneği alanında yaptığı hizmetler toplumu, çevreyi daha mutlu eder, daha verimli olmasını hem de kendisinin daha başarılı olmasını sağlayabilir.
Bilgi ve beceri dediğimiz zaman yapay ve son zamanlarda rastladığımız, insan zeki ama, yapay zekâ (robot) dünyanın sonunun getirecek mi? Makineler, bilgisayarlar bir gün insanları yönetecek hale gelecek mi? Doğaldır makineler bizden çok  daha güçlü, araçlar bizden hızlı, robotlar bizim yapamadığımız işleri çok daha hızlı, çok daha iyi biçimde yapıyorlar. Bilgisayarların işlem yapabilecek kapasitesi bizden kıyaslanmayacak kadar ötede. Bilgisayarların saklayabileceği bilgiden bizimkinden kat kat daha fazla.
Bütün bunlar için endişe duymamalıyız,  hayır hiç bir endişe duymamalıyız, bunu yapan insan, kullanan da insan. Yapay zekâ, şu an bundan ders alabilen sistemler geliştiriliyor ama sonuçta insan neyi isterse onu üretiyor, onu kullanıyor. Bilgisayarlarla yarışıp, ondan daha hızlı problem çözmeye kalkarsak bunda yaya kalırız. Otomobiller bizden hızlı gidiyor diye üzülüyor muyuz bizden hızlı gidiyor diye biniyoruz. Kaldıraçlar, makineler bizden daha kuvvetli iş ve eşyaları kaldırıyor, diye üzüntü duymuyoruz.  Dolayısıyla eğitim sistemimizde bilgisayarlarla yapay zekâyla ilgili yarışmamalıyız. Hele o konularda yarışmamalıyız. Onların yapamadığı, onların saymadığı değerleri çocuklarımıza öğretmemiz lazım.
Bilgisayarlar bizim gibi hayal kuramıyorlar, bilgisayarların hayal gücü yok, üzüntü,  duygu duymuyorlar, mutluluk paylaşmıyorlar, herhangi haksızlığa karşı isyan edemiyorlar, bir araya gelemiyorlar, dayanışmıyorlar, yardımlaşmıyorlar bunlar insanların yapabileceği şeyler. Bizler insani değerleri vermemiz lazım gençlerimize, yani bilgisayarların yapamadıklarını vermemiz gerekir, ahlaki değerler, birbirini sevmek, korumak, paylaşma birbirini yememe gibi konuları çocuklarımıza vermemiz lazım.
Bunlar da daha çok müzikle, edebiyatla, sanatla, felsefeyle, matematikle yani zekâya, hayal gücüne yaratıcılığa dönük konuların eğitimi ön planda olması gerekir diye özetleyeyim.
Eğitim Sistemi Yeni Yaklaşım yeni çok güzel müfredatlar geldi, değişmeyen bir sistem de uyguladık ama çok büyün bunların içinde insan tek başına. Aile önemli, okul önemli, devletin koyduğu kurallar önemli ama attığımız her adımda biz tek başımızayız. Kendimiz öğrenmeyi bileceğiz, kendimizi denetlemeyi bileceğiz ve hayat boyu bu alışkanlıkları kullanacak doğru kararlar alacağız. Hayatımız verdiğimiz kararlarla şekilleniyor,  her tercihimiz bir karar sonucudur; seçenekler arasında seçim yapmak, seçenekler arasında tek seçenek olması, dikta rejimlerinde “bunu yapacaksın” demek sanki kolay gibi görünüyor, o zaman seçim yapmak zorunlu değil, ne söylenirse onu yapıyorsunuz. Ama insan seçeneğin olmasını ister,  önünde çok sayıda bileceği taraf olsun, hangisini seçerseniz onu seçin. Herhangi birini seçecekseniz önünüzde birden fazla kapı açılsın, siz onu seçin. Seçeneklerin çok olması istenir,  seçenekler çok olduğu zaman da bu sefer doğru karar vermek problemi ortaya çıkar. Eğer seçeneklerin çokluğu karşısında bazıları iyi, kötü, bazıları sizin veya çevrenizin menfaatine aykırı ise o zaman doğru seçenek yapabilmeniz için sizin doğru kararlar vermeniz lazım. Doğru karalar da karar merkezimiz olan beyin tarafından veriliyor. İyi ve doğru karar verebilmemiz için doğru düşünmemiz gerekir, doğru düşünmek için de sağlıklı çalışan beyine ihtiyacımız var.
Beyin ve bedenimiz eş değerde olması gerekir, ama bizim insanımız beyinden ziyade bedenlerine çok daha fazla önem veriyorlar. Moda endüstrisi olarak insanlarımız kılık kıyafetine dikkat ediyor, spor yapılıyor, bunlar olsun ama bedene verilen önem kadar beyine önem verilmiyor.
İnsan beyninin ne kadar iyi olduğunu ölçen somut bir değerlendirme metodu yok. Zekâ var, zekâ değerlendirmesinde de insanlar kendilerini daha olumlu, olduğumuzdan daha zeki olduğunu değerlendiriyor. Sevmediklerimiz için de yeterli zekâda olmadığını düşünüyoruz. Zekâ değerlendirmesinde objektif olmak gerekiyor. En önemli etken merak etmek, soru sormak. Olayları olduğu gibi kabul etmek var, olayları merak ederek değerlendirmek yanında, her şeye kuşku ile bakıp her şeyin altında bir olumsuzluk aramak da yanlıştır. Olaylar karşısında kendi kendimize soru sormak en iyi meziyetlerden birisidir. Başkasına soru sormak daha kolaydır, ama insanın kendisine soru sormak konusunda o kadar aktif değildir, insan.
Soru sormak ve cevap:  Soru sormak mı önemlidir, cevaplamak mı daha önemlidir, ama insanlar soru sormanın yanında cevaba önem verilirse de soru önemlidir. Sorunun cevabı değişebilir, aynı sorunun cevabı bu gün böyledir, yarın başka olabilir. Bazı bilimsel yaklaşımlarda bile dün doğru bilinen bugün farklı bir sonuçla farklı olabilir.
Soru bir maceradır, bir arayıştır. Soru sormak bire yolculuğa çıkmak gibidir. Soru sormak hep cevaba endeksli bir yaklaşın, bana göre sınav tekniği gibi her şeyi yarışan, ille sonuçta bir menfaat bekleyen kısa hesaplı bir yaklaşım gibi geliyor bana. Soru sorma alışkanlığının hem çocuklarımızda öğrencilerimizde hem de bizlere ölünceye kadar bu alışkanlığımızı sürdürmemiz gerekir.
Soru soralım, düşünelim, merak edelim ama düşünce hakkı tanınıyor mu? Gene, bakıyorsunuz anne baba çocuklara düşünce ve soru sorma alışkanlığı tanımıyor. Soru sorulduğu zaman anneye sorulduğunda “babana sor”, babaya sorulmuşsa “annene sor”,  ikisi de bilmiyorsa “öğretmenine sor” derler.
Eğitim ve Yaratıcılık
Yönetici yanında çalışana çok soru sorma vakti vermez, “sana bir şey sorulursa sorulanı yap”.  Yönerge si neyse ona göre işlem yapması istenir. Devleti yönetenler de halka insanları yeterli kadar soru sorma, düşünme hakkı tanınmıyor. Bu durumda yönetenlerin vatandaşlarına, öğretmenlerin öğrencilere, anne babanın çocuklarına, biz kendimize özgür düşünme hakkının altını çizmiş olayım. 24 saatimizi düşünün, hemen hemen aynı monoton yaşantı içindeyiz, hep aynı monoton, rutin klişe hep ezberlediğimiz hayatı maalesef yaşıyoruz. Bu da beynimizi körelten yaratıcılığımızı körelten bir tablo ortaya çıkarıyor. Beynimizin yeniliğe ihtiyacı var. O yüzden özgürlük alanlarını açmamız gerekiyor. Mümkün olursa, bilim sanat üreten insanların olduğu bir toplum olabilmelidir. Öyle olursa zaten hem evimiz, hem kendimiz, hem okulumuz hem kendi çevremiz, ülkemiz daha güzel bir dünya haline gelebilir.
Şimdi bazı sorular kendimize sormamız gerektiğine inanıyorum, bu soruları, kendinize sorun, hayal kuruyor musunuz, her şeyin hayalini kurabilirsiniz ama milli piyangodan para çıksın hayali değil, yapabileceğiniz, katkı verebileceğiniz bir konuda nasıl yapabileceğiniz konuda zihninizde canlandırma, halden bunu kastediyoruz. Yani zihinde canlandırmayı özellikle hayal diye söylüyorum.
Son zamanlarda çeşitli hayaller kurdunuz mu? Bu hayaller hakkında adımlar attınız mı? Bunları olumlu olumsuz, ilerlediniz mi gibi bunları zihninizde değerlendirmenizi tavsiye ediyorum. Düşünmeye yeterli önem veriyor muyuz,  yeterli zaman ayırıyor muyuz? Yani kazandıklarımızı alıştığımız biçimde mi yapıyoruz, yoksa farklılıklar arıyor muyuz, düşünüyor muyuz. Bunun birkaç adım ötesini tasarlıyor muyuz, yoksa ezbere bildiğiniz gibi gidiyor musunuz. Kendinizi değerlendirebiliyor musunuz, neyi doğru yaptım, neyi yanlış yaptım diye bir vicdan muhasebesi yapılabilir.
Ayrıca tahmin ve sorgulama, soru sorma egzersizleri yapabiliyor muyuz?
Kendimizi yeterince tanıyor muyuz? Özelliklerimizin farkında mıyız? Kendimize soru sorsak acaba ne sorarız. Kendinize beş on tane soru sorun, ben pek çok insanın kendini yerince tanımadığını biliyorum.
Yeteneklerimizi ve ilgi alanlarımızı geliştirmeye çalışıyor muyuz? Yetenek ve ilgi alanları en çok çocukluk çağlarında oluyor. Yaş ilerledikçe hafıza zayıflıyor, unutkanlık artıyor. Bilgisayarlardan, cep telefonlarından egzersiz yapılmadığı için nerede ise bölmeyı unutan İstiklal Marşını bilmeyen, çarpım tablosunu unutan, karekök almayı unutan bunlardan sıkıntı çekenleri tanıyorum. Hafızamızı taze tutmak için yapabiliyorsanız günlük notlar tutmak, hatıra türü edebi olması gerekmez. Günlük notları tutabilmek faydalıdır.  Fotoğraflara not almak, tarihi hatırlamak hafızamıza yardımcı olabilecek, eri baktığınızda ileride hatırlayabildiklerinizle not almak, bilgi dağarcığını geliştirmek, arkadaşlarımızın listesini yazmak hafızamızı geliştirmede yararlı olur. Bir konudaki egzersiz çalışmalarının başka konuda anımsama, hafıza zekâ gelişmesine yararlı olduğu söyleniyor. Hafızayı taze tutabilecek, hafızada tutmanızı sağlayabilecek kendi hayatınızdan bazı bilgileri hazır tutmakta yarar var.
Yeni kemime öğrenmeye çalışmak, Türkçe’de yeni kelime olabilir, yabancı dilde yeni kelime olabilir. Bazen bir kelimenin tarifini öğrenmeye çalışmak, mesela enflasyon nedir? Felsefe nedir? Sevgi nedir?  Bu kelimeyi bir cümleye katsanız zorlanırsınız.  Ama bu o kadar faydalı bir zorlanmadır ki, otobüste, durakta beklerken can sıkıntısından bunları,  sorunları da çözmeye uğraşırız bunları yapmanın yararı var.
Sorun Çözme.  Hayatımız Boyunca çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalırız, bu sorunları çözme çabamız ve egzersizimizle zekânın, belleğin gelişmesine yardımcı oluruz.
Karar Verme Becerimizden Memnun muyuz? Karar verirken hızlı mıyız, karar vermekten zorlanıyor muyuz, verdiğimiz kararı sıkça değiştiriyor muyuz, bu gün ben bunu yapacağım, diye karar alıyorum,  yarın ertesi gün o karardan geri dönüyor muyum? Verdiğim karar konusunda bir iş yapıyorum, bir eylem ortaya koyuyorum, o yaptığım eylemin neticesi, benim içimden planladığım şekilde mi? Sonuç aldım mı? Bu işte vicdanım rahat mı, hakkını yedim mi gibi biraz daha vicdani etik değerlendirme yapmak da son derece önemli.
Sorulara ve sorunlara farklı bir yönden bakabiliyor muyuz?  Demin yaratıcılık derken örnek verirken, nesneler ve ilişkiler arasına farklı bakabilmek,  bağlantılar kurabilmek diye. Bu konu çok büyük eksikliklerimiz olduğunu biliyorum.  Çeşitli yöntemlerle sorunları çözmeye çalışıyoruz.  Bilim adamları buluşları yaparken,  ortada bir şey yokken bir şey buluyor. Buluşlar yapan insanlar ne kadar zor bir uğraş verdiklerini,  sonuca ulaşmak için kendi kendilerine nice sorular sorarlar,  neticeye varmak için pek çok mukayese, deney, gözlem, ölçü yaparlar. Dünyamızın mutluluğu için buluş yapanların, çaba gösterenlerin sayısı bini iki bini geçmez. İnsanların iyiliği için çaba gösterilirken, bazı iyilikle de kötülükleri de yaşıyoruz.  Olaylara farklı açılardan, farklı görüşlerden, farklı disiplinden bakmak gerekir.
Zekâya dayanan çeşitli soru ve cevaplarla etkinlik biterken soru cevap bölümünde karşılıklı soru ve katkılarla o günkü etkinlik sona erdi.

Cevat Kulaksız  

Cevat Kulaksız

EMREHAN HALICI KİMDİR?

Eğitim ve Yaratıcılık
Lise eğitimini Konya Maarif Koleji’nde tamamladı. ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Lisans üstü eğitimini de ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde yaptı. ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde asistanlık yaptı. 1978 yılında öğrenciyken TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisinde köşe yazarlığına başladı.
2003 yılından beri de Hürriyet gazetesinde “Akıl Oyunları” köşesini hazırlamaktadır.
2004 yılında ODTÜ öğrencileri tarafından “ODTÜ’lülerin İdealindeki Mühendis” ödülüne layık görüldü.
Halıcı Şirketler Grubu’nu kurdu. Halıcı Bilgi İşlem ve Halıcı Yazılım AŞ’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü. ODTÜ Teknopark ODTÜ-Halıcı Yazılımevi’nin kuruculuğunu yaptı.
Yazılım Sanayicileri Derneği Başkanlığı, Türkiye Bilişim Vakfı Başkan Yardımcılığı, 1992-1999 yılları arasında Türkiye Satranç Federasyonu Başkanlığı, 1998-2002 yılları arasında Dünya Satranç Federasyonu Asbaşkanlığı ve Türkiye Zekâ Vakfı Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Yurt içi ve dışında yayımlanmış çok sayıda makale ve problemleri ile 7 kitabı bulunmaktadır.
18 Nisan 1999 tarihinde 21. Dönem DSP Konya Milletvekili seçildi. 1 Haziran 2010 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne katıldı. 22 Temmuz 2007 tarihinde 23. Dönem ve 12 Haziran 2011 tarihinde 24. Dönem CHP Ankara milletvekili seçildi. 24. Dönemde NATO Parlamenter Asamblesi (NATOPA) Türk Grubu Üyesi oldu.
Emrehan Halıcı, evli ve 2 çocuğu vardır.
23 Ekim 2013 tarihi itibariyle CHP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifa etti. 11 Eylül 2014 tarihinde CHP Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevinden ayrıldı.
20 Eylül 2014 tarihinde de Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etti.
Mehmet Emrehan Halıcı, 26 Nisan 1956 tarihinde Konya’da doğmuştur. Adalet Partisi Konya senatörü Feyzi Halıcı’nın oğludur. Annesinin adı Mümine Neriman’dır.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget